Sayfalar

29.6.10

Haber/Hatırlatma

4Mayıs'tan beri Pera Müzesinde Botero'nun sergisi varmış!
Sergi 18 Temmuz'a kadar sürüyor.
Fırsat bulup gidilmeli!

Not: Öğrencilere sadece 3 tl, Çarşamba günleriyse ücretsiz! Bahane kabul etmez kısacası!

27.6.10

Bilmediği Şiir

olmayan sokaklarda
bilmediğimiz kafelere oturup
tanımadığımız öykülerden bahsetmek
bundan bir ay dolusu uzak.

ağustosun kaçında
çeşmeye gideceğimi
halen bilmiyorum.

Ördek

Akhisar Güncesi

Size bu hafta içinde yaptığım şeyleri nasıl anlatabileceğimi inanın hiç bilmiyorum!
Toparlamanın bir yolu var mıdır ki?

20 Haziran Pazar günü çıkılan uzun bir otobüs yolculuğu ile başlıyor herşey..
Ördek'le kendimizi eğlendirmeye çalışarak 9 saat geçiriyoruz.
Sonra Akhisar'a geceyarısı varılıyor ve önümüzdeki 6 günün yorgunluğundan habersiz, biraz oyalandıktan sonra anca uyuyoruz.

Sonra olayın iş kısmı devreye giriyor:
İlk gün temizlik,
ikinci gün ilk kat boyaları ve bir yandan pencere alçıları,
üçüncü gün ikinci kat boyalar ve pencere boyası,
dördüncü gün alt kısmın boyası başlıyor ve pencere boyaları bitiyor,
beşinci gün alt boya devam ediyor ve pencere temizliği,
altıncı gün ise tekrar temizlik ve eşya yerleştirme.

Programın kısa gözüktüğüne bakmayın, her günün ayrı bir uğraşı ve yoruculuğu var. Temizlikten kastım ufak bir toz alma değil; Vileda'lı, Scotchbride'lı bir temizlikten bahsediyorum.
Boya derken de ciddi ciddi Marshall'dan alınmış 15 kiloluk duvar boyaları.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ben projeye başlarken başımızdan büyük bir işe kalkıştığımıza çok emindim.
Evet eğitimde uygulama yapmıştık ama okul boyamak (iki ayrı renk ve türde boyayla bir de) bizi aşarmış gibi geliyordu.
İkinci günün sonunda kurumakta olan fırça izleri ve farklı tonlardaki duvarlar da bunun bir kanıtıydı doğruyu söylemek gerekirse.
Ama ne olduysa oldu, şu altı günün sonunda nefis bir şeyler oldu.
En güzeliyse etrafımızda fır dönen afacanların da okulu beğenmeleriydi.

Bu arada, biz proje için Akhisar'a giderken, etrafta öğrencilerin hatta kimsenin olmayacağına oldukça emindik. Ama bu bir haftada bizi asla yalnız bırakmadılar ve herkes (laf olsun diye gelen bir kaç kişi bile) o tozlu suratlı parlak gözlü çocuklar etrafımızdayken yaptığı işe daha sıkı sarıldı.
Ben, birilerine gerçekten birşeyler kattığımızı ufaklıkların etrafıma toplanıp, çektiğim resimlerine bakarken hissettim.
Ve olup bitenin bir parçası olmak, ciddi anlamda ter dökmek işte o sırada anlam kazandı.

Tabii bu bahsettiğim, "büyük resim".
Kişisel ve "küçük resim" ise bambaşka.

Ama sanırım onu başka bir güne saklayacağım...

18.6.10

Kırmızı Ayakkabılar


要出远门啦 ^^, originally uploaded by ` ppimm `.

Keşke Dorothy'ninkiler gibi bir çift kırmızı ayakkabım olsa;
Ve ben nerede olursam olayım, sadece topuklarımı birbirine vurup kendimi evimde bulsam..

Ördek

Bundan sadece 16 yıl önce o küçük, bembeyaz bir yumurtanın içindeydi.
Haziran'ın on yedisinde içeride olmaktan iyice sıkılmış ve dışarı çıkma vaktinin geldiğine karar vermişti.
Küçük ve güçsüz gagasıyla kabuğu içerden ite ite sonunda kırdı ve yumurtasından çıktı.
Çıktığında daha çok küçük olduğu için düzgün yürüyemiyordu bile..
İki adımında bir düşüyor ve buna ramen paytak paytak yürümeye devam ediyordu.
Ben de kendi gagamla onu hafif hafif ittirerek destek veriyordum düşmemesi için..

O zamanlar böyle sapsarı da değildi, daha çok koyu gri gibiydi tüyleri.
Büyüdükçe böyle sarardı ve böyle güzel bir sarı oldu.
Ve küçücüktü..
Bir çocuğun avuç içine sığabilecek kadar küçüktü, ve sıcacık olmasına rağmen belli belirsiz titrerdi..
Görmeliydiniz, öyle güzeldi ki...


***


İyki doğdun Ördek,
sen olmasaydın hiçbir şey bu kadar güzel olmazdı...

12.6.10

Küçük bir hediye..

Bir yerde duyduğum ve beğendiğim müzikleri telefonumun Taslaklar kısmına kaydetme huyu çok uzun süredir bende var. Ne yazık ki yeni telefonumun bu özelliğini daha bulamadığım için şimdilik sadece mesajı yazıp, kapama tuşuna basıyorum ve bir yerlere not alana kadar da kimseye mesaj falan atmıyorum...

Herneyse,
bu eski huydan geriye kalanlar etraftaki küçük bir yerlerden yırtılmış veya post-it'lerin üzerine yazılmış şarkı isimleri oluyor tabii.
Bugün yine o kağıtlardan birini buldum ve üzerinde şu yazıyordu:
"Greg Laswell
It Comes and Goes"
Hazır boş vaktim de varken* şarkıyı buldum ve dinledim.
Öyle sakin, güzel bir şarkı ki.. İşte tam benim kafama yerleşip beni saatlerce düşündüren şarkılardan biri daha dedim kendi kendime..
Tutamadım tabii kendimi, başka Greg Laswell şarkılarına baktım.. Ve bu adamcağız gerçekten çok güzel müzik yapıyor kanısına vardım.
Bir sonraki hareketim Google arama çubuğuma Greg Laswell yazmak oldu; ve şansıma bakın ki orada beni bir hediye bekliyordu.
Yeni çıkacak albümden bir parçanın ücretsiz indirme linki!
Evet, ben daha yeni bulduğum bir müzisyenin yeni çıkacak albümünden bir şarkı dinliyorum şu an...
Ve sizinle paylaşmak istedim bu hediyeyi..
(Hızlı girişe pek kulak asmayın, hemen ardından sıradışı bir melodi giriyor ve Greg Laswell şarkısını söylemeye başlıyor..)

Oh baby sing, sing... (Travis)

Küçükken bir arkadaşım korktuğunda şarkı söylediğini ve bunun kendisini kötülüklerden koruduğunu söylemişti.

Ve biz de o yaz gecelerinden birinde, bir evden diğer eve koştururken, kendimizi karanlıktan, yabancılardan ve kurbağalardan korumak için şarkı söylemiştik.

10.6.10

Shuffle #5

"Got to ask yourself the question,
Where are you now?"

Hayalkırıklığı.
Bir kez daha.
Ben bir drama kraliçesi değilim.
Gerçekten.
Ama son zamanlarda gerçekten hiçbir şey yolunda değil.
Hem de hiç.
Biraz bile.
Tamam belki birkaçı.
Ama şu çok üzücü şeyler olduğunda herşeyin kötü olduğunu düşünen insanlar vardır ya,
Ben onlardanım.
Sonumu göremiyorum,
Olduğum yer de oldukça karanlık zaten...
Yoksa drama kraliçesi olmak böyle bir şey mi?
Neyse ne.
Sadece,
Çok
Ama çok yorgunum.
Çok.
Üzgün.
Ne kötü.

Shuffle'ım bile beni azarlıyor artık.
Kendi kendime kalıyorum git gide.
Ne kötü.
Ne kötü...

"Where are you now?"
- James Blunt

9.6.10

The Wee Boat

"All of your ways and all your thunder
Got me in a haze running for cover
Where we gonna go from here?
Where we gonna go from here.."
- Mat Kearney

Answering Machine #4

"... Hello? .. Will? Hello? ... Godda--"

8.6.10

"Bu saçmalıklara bir dur!"

"A picture of you holding a picture of me
In the pocket of my blue jeans"


Ben neler diyorum?
Neler yapar oldum ben?

Kendime de inancımı kaybettim zaten.

Şimdilerde beni görseniz, kahkahalarla gülersiniz.
Bu kadar melankoliyi ve absürd komediyi bir arada bulamazsınız.
Arayın, bakın, bulamayacaksınız!

"Been so long since I seen your face
Or felt a part of this human race
I've been living out of this here suitcase for way too long"
- Ray LaMontagne



Ah bir de..

"I still don't know what love means.."

7.6.10

Bir süre sonra

Blogumu yine öksüz bıraktım.
Ders çalışırım, notlarımı yükseltirim falan diye kendimce vakit ayırmıyorum ama ne ders çalıştım ne de not yükseldim. İşin doğrusu bu.
Bir diğer sebepse kafamdaki şeyleri bir araya getiremiyor oluşum tabii.
Şimdi bile kafamın içinde dönen bir hortumdan çekip çıkardığım kelimeleri yan yana diziyormuşum gibi bir durum söz konusu.

Şu arada başıma neler geldi, neler fark edip neler öğrendim.
Anlatmakla bitmeyecek gibi.

The Cinematic Orchestra'nın büyülü konserinin özetini geçeceğim hala aklımda, unutmadım.
Eric Clapton konserinden önce fırsat bulup yazmak, iki büyüyü bir birine karıştırmamak istiyorum.

Geçen haftanın başından beri bir gurgunluk, bir boşluk içindeyim.
Beynim yaz sıcağıyla süblimleşmiş ve toz bulutu olup kulaklarımdan kaçmış gibi hissediyorum.
E tabi düşünceler de yerini bulamayıp biraz dolanıp gidiyorlar kafamın içinden.

Böyle garip haller içindeyim kısacası.

Her şey geçer gibi geliyor şimdilik.
Atlatmam gereken sınavlar, ulaşmam gereken hedefler, yapmam gereken işler, gitmem gereken yerler, düşünmem gereken düşünceler var.
Kurmam gereken hayaller de tabii :)

Şu bir kaç haftanın bana kattığı bir şey varsa, o da Jason'ın dostluğu oldu.
Sonunda gerçekten dostum olduğunu bilmek çok güzel bir his.
Sonunda bu evde yanlız değilim.

Filozoflar için üzülmeye bile başladım...
Hayat oturup üzerine düşünmek için fazla karışık ve kısa.
İnsan gördüğü ve hissettiği şeyleri o an ve zamanda yaşamazsa, yazık oluyor.
Sonra üstüne düşünmüşsün, anlamlar çıkarıp edebiyatını yapmışsın; inanın anlamı kalmıyor.
Orada, o an.
Hepsi bu!
Parlayan, sönen ve kaybolan bir kıvılcım gibi:
Ateşten küçük bir parça, karanlıkta yok olan....

Bu Yaz

"Ben, bu yaz serin geçer sanmıştım.
Uzun zamandır konuşmayı unutmak, hiç bir şeyi bilmemek, yalnızca, evet yalnızca gece yarısı edilebilecek bir telefonla uyanıp, eski, çok eski bir arkadaşın sesini duymak istemiştim.
Galiba, en büyük hatalarımdan biriydi bu.
Ses ne kadarını anlatabilir ki bir insanın: görmeden, dokunamadan, ansızın kapatarak avucunu, bir kelebeği orda hapsetmek gibi bir şey olmalı.
Oysa ağrılı yaralarım, ‘janti’ taklalarım, hububata dönüşmüş yanlarım vardı.
Oysa ben, bu yaz serin geçer ve sessiz kalmayı tercih ederek, evimde, odamda, fallar açarım, belki biraz müzik dinler, ağlarım diye ummuştum."

Küçük İskender