"The song How to Save a Life was influenced by Slade's experience working as a mentor at a camp for troubled teens. "One of the kids I was paired up with was a musician. Here I was, a protected suburbanite, and he was just 17 and had all these problems. And no one could write a manual on how to save him."
Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
28.9.11
23.9.11
Answering Machine #8
"Yo what's up man? I uh, I don't know i just wanted to say that uh, everything's cool with me now, I mean i just think, I think I'll always be funky, can't stop being funky, but I guess we just deal with it how it comes, deal with the humps, take the jumps, I feel like you're an island of reality in an ocean of diarrhea. And I love you buddy. Ok. Bye."
(Details in the Fabric - Jason Mraz & James Morrison)
(Details in the Fabric - Jason Mraz & James Morrison)
21.9.11
Züppe
Bir çeşit insan-sarrafı-züppeliği geliştirdim.
Çevremdeki insanların bir iki hareketinden hikayeler çıkarıp, onların öncesinde ve şimdi ve sonrasında neler düşündüğüne dair fikir yürütüyorum artık. Çoğu zaman kafamda kurduğum bu senaryolara inanıyorum da. Fazla film izleme, fazla hikaye dinleme bozukluğu gibi bir şey olsa gerek.
Çevremdeki insanların bir iki hareketinden hikayeler çıkarıp, onların öncesinde ve şimdi ve sonrasında neler düşündüğüne dair fikir yürütüyorum artık. Çoğu zaman kafamda kurduğum bu senaryolara inanıyorum da. Fazla film izleme, fazla hikaye dinleme bozukluğu gibi bir şey olsa gerek.
19.9.11
The House (Story #1)
I reach the two store house after six hours of travelling. I feel my eyes are tired from all the gazing-into-the-scenery and my legs numb from all the sitting. My one and only suitcase is resting on the sidewalk, and I am resting my head on it, because nobody is answering the door and I don't know anybody to ask anything. So I lay myself on the sidewalk, waiting. The weather is funny, but as far as I remember this place, it has always been like this. Sun is always bright enough to blind the eyes, but there's also this subtle breeze, which takes away any feeling of warmth.
I think about home, and I instantly feel the need to call Anna, and tell her that I am okay, that I miss her, but I feel okay. But the need is instant, and the next thing I know the sun is no longer blinding my eyes. That's when I realize there's a shadow over me, and that there is someone that shadow belongs to. I open my eyes to see an old lady staring in my face, slightly bent over, probably not on purpose but because she is a little humpback. "Hello," she says, "are you Elizabeth?" I answer "Yes" but see that she has already started for the front door and hear her calling "Well then, what are you waiting for? Come in."
I follow her into the old house with my suitcase in my hand. The house smells of lavender and the air is dusty, as it always is where old people live. She leads me upstairs and opens a walnut door, as she announces that this will be my room. "The bathroom at the end of the hall, and you can have a daily shower if you want" she says "but don't you use up all my hot water." I assure her no such thing will happen, and thank her once again for the room. "We'll discuss the rent later on," she says as she goes down the stairs "leave your stuff and come down for lunch."
I put my suitcase down next to the door and take a moment to take in the room. It's a very small room with walls painted pale blue and two small windows with a view of the empty street where I had just been laying. There is a single bed covered with what looks like fresh blue sheets, a small wooden desk with its wooden chair, an empty wardrobe and an old wooden chest in which I later found ancient pictures of what looked like a happy crowded family. I intended to ask the old lady about the pictures, but it was better if I waited for a few weeks to pass until we could actually get on with each other. As I was shuffling through the photograps, she called out again and so I stuck the pictures in the chest and went downstairs.
I think about home, and I instantly feel the need to call Anna, and tell her that I am okay, that I miss her, but I feel okay. But the need is instant, and the next thing I know the sun is no longer blinding my eyes. That's when I realize there's a shadow over me, and that there is someone that shadow belongs to. I open my eyes to see an old lady staring in my face, slightly bent over, probably not on purpose but because she is a little humpback. "Hello," she says, "are you Elizabeth?" I answer "Yes" but see that she has already started for the front door and hear her calling "Well then, what are you waiting for? Come in."
I follow her into the old house with my suitcase in my hand. The house smells of lavender and the air is dusty, as it always is where old people live. She leads me upstairs and opens a walnut door, as she announces that this will be my room. "The bathroom at the end of the hall, and you can have a daily shower if you want" she says "but don't you use up all my hot water." I assure her no such thing will happen, and thank her once again for the room. "We'll discuss the rent later on," she says as she goes down the stairs "leave your stuff and come down for lunch."
I put my suitcase down next to the door and take a moment to take in the room. It's a very small room with walls painted pale blue and two small windows with a view of the empty street where I had just been laying. There is a single bed covered with what looks like fresh blue sheets, a small wooden desk with its wooden chair, an empty wardrobe and an old wooden chest in which I later found ancient pictures of what looked like a happy crowded family. I intended to ask the old lady about the pictures, but it was better if I waited for a few weeks to pass until we could actually get on with each other. As I was shuffling through the photograps, she called out again and so I stuck the pictures in the chest and went downstairs.
Başka Şey
"Yaptığım işin ortasında, ne yaptığımı unutuyorum artık."
"Başka şey düşünüyorsundur."
İnsan aynı anda hem bugünde hem gelecekte yaşadığında böyle oluyor sanırım.
15.9.11
A Day in Life.
Okul başladı ve ben yine ortalardan kayboldum.
Bir önceki hafta ve bu hafta arasındaki dağlar kadar fark beni biraz korkutuyor. Günde 12 saat uyurken, 5 saati anca bulabiliyorum şimdi. Sürekli esneme halindeyim haliyle.
Ama çok çok çok mutluyum.
Sonunda gerçekten istediğim şeyleri öğrenebiliyor, ve seçimlerimi kendim yaptığım için de sorumluluğunu hiç çekinmeden alabiliyorum. Bu oldukça güzel bir duygu işte.
Hocalarımın her birinin muhteşem olması da pastanın üzerindeki çikolata parçacıkları gibi.
Ufaktan bir 'bir yerlere gidiyorum ama, nereye?' duygusu hüküm sürüyor - kahkaha atmakla çok meşgul değilsem. Yaptığım şeylerin beni doğru yerlere getireceğini ummaktan başka bir şey yapamazmışım gibi geliyor. Kurduğum mantıkları, yaptığım şeyleri kendi kendime öyle güzel anlatıyorum ki, en doğrusu buymuş gibi geliyor. Sizlere anlatsam muhtemelen sizler de böyle düşünürsünüz.
Ama bazen bunun sadece benim ses tonumu ayarlamam ve doğru kelime seçimlerim ile ilgili bir ilüzyon olduğundan şüpheleniyorum.
Öyle değildir, değil mi?
Bütün bunların yanında kafamın bir köşesinde devamlı olarak farklı düşünceler dönüyor (yaratıcı fikirlerden - günlük trajedilere kadar her telden düşünce var) ve kendi kendine değişiyor, orada sanki bir başkası benim için düşünüyormuş gibi gelişmeye devam ediyorlar. Sonra ben gün içinde yakaladığım kısacık sakin anlarda bu düşüncelerin varlığını fark ediyor, bu sefer kafamın içinde meşgul oluyorum.
Tatilin eblekliği, beni niye terk ettin?
Bir önceki hafta ve bu hafta arasındaki dağlar kadar fark beni biraz korkutuyor. Günde 12 saat uyurken, 5 saati anca bulabiliyorum şimdi. Sürekli esneme halindeyim haliyle.
Ama çok çok çok mutluyum.
Sonunda gerçekten istediğim şeyleri öğrenebiliyor, ve seçimlerimi kendim yaptığım için de sorumluluğunu hiç çekinmeden alabiliyorum. Bu oldukça güzel bir duygu işte.
Hocalarımın her birinin muhteşem olması da pastanın üzerindeki çikolata parçacıkları gibi.
Ufaktan bir 'bir yerlere gidiyorum ama, nereye?' duygusu hüküm sürüyor - kahkaha atmakla çok meşgul değilsem. Yaptığım şeylerin beni doğru yerlere getireceğini ummaktan başka bir şey yapamazmışım gibi geliyor. Kurduğum mantıkları, yaptığım şeyleri kendi kendime öyle güzel anlatıyorum ki, en doğrusu buymuş gibi geliyor. Sizlere anlatsam muhtemelen sizler de böyle düşünürsünüz.
Ama bazen bunun sadece benim ses tonumu ayarlamam ve doğru kelime seçimlerim ile ilgili bir ilüzyon olduğundan şüpheleniyorum.
Öyle değildir, değil mi?
Bütün bunların yanında kafamın bir köşesinde devamlı olarak farklı düşünceler dönüyor (yaratıcı fikirlerden - günlük trajedilere kadar her telden düşünce var) ve kendi kendine değişiyor, orada sanki bir başkası benim için düşünüyormuş gibi gelişmeye devam ediyorlar. Sonra ben gün içinde yakaladığım kısacık sakin anlarda bu düşüncelerin varlığını fark ediyor, bu sefer kafamın içinde meşgul oluyorum.
Tatilin eblekliği, beni niye terk ettin?
11.9.11
9.9.11
That's my favorite
Charlotte: What color are my eyes?
Kevin: Well, at first glance your eyes are brown. But when the light hits them, they change to amber. And if you look really close around the iris, the color is pure honey. But when you look into the sun, they almost look green. That's my favorite.
(Monster-in-Law)
'Cheesy' falan ama, tüm romantik komedilerde en çok sevdiğim sahne olabilir...
Not: Tam bu sahnede 'aaaaaaa' derken, annem bana dönüp 'böyle şeyler bekleme ama' dedi. Gerçek hayattan nefret ediyorum.
Kevin: Well, at first glance your eyes are brown. But when the light hits them, they change to amber. And if you look really close around the iris, the color is pure honey. But when you look into the sun, they almost look green. That's my favorite.
(Monster-in-Law)
'Cheesy' falan ama, tüm romantik komedilerde en çok sevdiğim sahne olabilir...
Not: Tam bu sahnede 'aaaaaaa' derken, annem bana dönüp 'böyle şeyler bekleme ama' dedi. Gerçek hayattan nefret ediyorum.
Sahaf Festivali 2011
Buluşmadan önce ne yapacağımıza dair bir fikrimiz olmamasına rağmen, ayaklarımız (ve "e o zaman Taksim'e gidelim" alışkanlığımız) bizi Beyoğlu'na, Sahaf Festivaline götürdü.
Bir sürü fotoğraf kutusu karıştırıp, harika resimler topladık.
Ben hala hoparlörüm olmamasına rağmen kendimi tutamadım ve iki Temptations plağı aldım (Kuşburnu'nun pikabında denedik ve harikalar, neredeyse tamamen cızırtısızlar).
Sıralanmış kitapları, dergileri, eski gazeteleri karıştırdık.
Kapağında Wynton Marsalis'in resmi ve içinde 80'lerdeki Jazz üzerine makaleler olan 1984 basımı bir Dialogue buldum.
Ve sonunda raflara eğilmekten, kutu karıştırmak için çömelmekten belimiz ağrımış olsa da, gerçekten güzel bir gün geçirdik.
Günün sonundaki çin yemeğimizden ve dev dondurmalarımızdan bahsetmiyorum bile.
Festival 18'ine kadar devam ediyor,
Beyoğlu'na gitmek için bahane arayanlara duyurulur.
8.9.11
Pazartesi
Hazır olsamda olmasamda Pazartesi başlıyor okul.
Sizleri bilmiyorum ama, şu tatiller bana asla yetmiyor.
Mungo Jerry "In The Summertime"
Powered by mp3ye.eu
Sizleri bilmiyorum ama, şu tatiller bana asla yetmiyor.
Mungo Jerry "In The Summertime"
Powered by mp3ye.eu
5.9.11
Birthday of a Supersonic Man
Uyumadan önce, yapmam gereken son bir şey daha var:
İYİ Kİ DOĞDUN FREDDIE.
HAPPY BIRTHDAY FREDDIE.
Müziğin başına gelmiş en güzel şeylerden bir tanesi sensin; ve tabii ki biz müzikseverlerin de öyle.
Daima bir mucize, ve bir ilah olarak hatırlanacaksın.
"I don't want to be Spaghetti..."
Gecenin bir yarısı izlenilen, olağandışı filmlerden daha güzel ne var hayatta diye düşünüyorum bazen...
'Tonight, I'll show you how dreams are prepared. People think it's a very simple and easy process but it's a bit more complicated than that. As you can see, a very delicate combination of complex ingredients is the key. First, we put in some random thoughts. And then, we add a little bit of reminiscences of the day... mixed with some memories from the past. That's for two people. Love, friendships, relationships... and all those "ships", together with songs you heard during the day, things you saw, and also, uh... personal... Okay, I think it's done. '
(La Science Des Rêves)
Not: Filmde Charlotte Gainsbourg oynuyor, ve müziklerin bir kısmı da ona ait. İlgilenen var mı bilmiyorum ama ben manasız bir şekilde mutlu oldum.
(La Science Des Rêves)
Not: Filmde Charlotte Gainsbourg oynuyor, ve müziklerin bir kısmı da ona ait. İlgilenen var mı bilmiyorum ama ben manasız bir şekilde mutlu oldum.
4.9.11
Adventure (Story #1)
'You sure you're going to be alright?' she asks with her evermore concerned face. No one in the world cares about me more than she does, which is something I highly appreciate but never knew how to express. That's why I hug her for a second time, hoping maybe, this will show how much I love her. I'm not much of a hugger, that, she knows, and she understands my inner meanings, as she always does.
'It's one of those now or never moments,' I say 'though not a right moment for a clishé I suppose.'
'Is there? A right time for a clishé?' she says and smiles, trying as hard as she can to hide her concern.
'I know I'll be okay. I'll send postcards, promise.'
'Can't you just take your phone with you?'
'It's in the trash, and, you know it will ruin the whole idea of adventure.'
'Since when has this became an adventure?'
'When has ever life stopped being an adventure? You're in one, with your beer-bellied lovely man and those two teethless monsters of yours.' I know this last remark will certainly get a laughter off her, and it does, and she beams at the word of her lovely, lovely kids. 'And this is mine.'
'I know,' she says, and gives out a sigh, 'just take care, will you?'
'Okay, "mom"' I say, which makes her snort and hit me on the arm.
Then comes my train, and I get in, find my seat next to the window seeing the station, and I wave good-bye to my best friend. I breathe upon the window and draw a heart onto the steam I made, which makes her burst into laugh so cheerfully, I can hear it inside the train.
Then the train starts to move.
I look at her until we leave the station, and start making our way through the empty fields of where I had spent my whole life, my home.
"Goodbye, home" I say out loud, but in a voice only I can hear, not that anybody is listening, not that there's anybody else in the compartment where I am. Because nobody is, and I'm all alone.
'It's one of those now or never moments,' I say 'though not a right moment for a clishé I suppose.'
'Is there? A right time for a clishé?' she says and smiles, trying as hard as she can to hide her concern.
'I know I'll be okay. I'll send postcards, promise.'
'Can't you just take your phone with you?'
'It's in the trash, and, you know it will ruin the whole idea of adventure.'
'Since when has this became an adventure?'
'When has ever life stopped being an adventure? You're in one, with your beer-bellied lovely man and those two teethless monsters of yours.' I know this last remark will certainly get a laughter off her, and it does, and she beams at the word of her lovely, lovely kids. 'And this is mine.'
'I know,' she says, and gives out a sigh, 'just take care, will you?'
'Okay, "mom"' I say, which makes her snort and hit me on the arm.
Then comes my train, and I get in, find my seat next to the window seeing the station, and I wave good-bye to my best friend. I breathe upon the window and draw a heart onto the steam I made, which makes her burst into laugh so cheerfully, I can hear it inside the train.
Then the train starts to move.
I look at her until we leave the station, and start making our way through the empty fields of where I had spent my whole life, my home.
"Goodbye, home" I say out loud, but in a voice only I can hear, not that anybody is listening, not that there's anybody else in the compartment where I am. Because nobody is, and I'm all alone.
1.9.11
Prologue (Story #1)
A story starts, as no one can even see it starting. Because, as any other story, this story starts on what you call a normal day. Because, as any other story, its prologue is something so simple, so 'normal', so unknown to those around.
A story starts, as any other story, with a word.
"Goodbye"
A story starts, as any other story, with a word.
"Goodbye"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)