Sayfalar

Ördek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ördek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22.6.12

"Dev Kazak" ya da "Fil"

Yiyemeyeceğini bildiği halde utanmadan kaymağın üzerine balı boşaltan;
Anlamadığı sanat eserlerine anlam katmaya çalıştığımda benimle umarsızca dalga geçen;
İş filmlere geldi mi pek seçici ama haklı da olan;
Bir başka sergide kendini bulduğunu idda ederek file benzeyen dev bir kazağın resmini çeken;
Girdiğimiz tipi kayık bir binada arkamıza kapınan kapıyı duyunca benimle aynı korku filmi sahnesini düşününen;
Benimle yemeğini paylaşıp, sadece içebildiğimiz için içtiğimiz şarabın beyazıyla bana eşlik eden;
İstesek de bulamayacağımız bir tatta geçen bir konserde en az benim kadar eğlenebilen bir arkadaşım var.
Kendisi deniz kızı ariel'in eltisi, Minnie Mouse'un gardrop düzenleyicisidir aynı zamanda.

Bir de çok tatlıdır.
"Ciğerime işlemiş", ben de "kafa bırakmamış" bir ördek yavrusudur o.
Aman benden duymuş olmayın.

İyi ki doğmuş idin.

5.11.11

Hakim Duygu Üzerine

Son zamanlarda hayatım oldukça sessiz.
Aslında değil.
Aslında olup biten çok şey var ama aklımda pek bir hareket yok.
Günlerin geçişini izleyebilecek bir hızda hareket ediyorum.
Bu haftasonu aylardır okuduğum kitabı bitireceğim mesela; ve mutlaka iki üç film izleyeceğim.
Kafamın ne kadar karışık, geleceğin ne kadar bulanık olduğunu fark ediyorum her geçen gün.
Yapmak istediğim çok şey var; bunları nasıl yapabileceğime dair ise pek bir fikrim yok.
Belirsizlik.
Son zamanların hakim duygusu bu işte: Belirsizlik.
Ve tabii ki bu belirsizliğin içinde uçuşan kelimeleri yakalayıp da yan yana getirmek zor oluyor. Bu yüzden bir süredir buraya da bir şeyler yazamadım. En sonunda bari hakim duygu üzerine bir şeyler yazayım dedim.
İnsanın nasıl yazı yazamadığı ile ilgili yazılar yazması hakikaten üzücü oluyor.
Burayı bir süredir takip edenler (Kuşburnu'ndan bahsediyorum) ne kadar sık bunu yaptığımı biliyor olmalılar.

Zencefilli kurabiye yiyip, internette oyun oyanıp, düşünceleri savma vakti.

16.6.11

Blog

Bazen bu blog'u kimsenin okumadığını düşünüyorum.
Arada bir Mavi bakıyordur muhtemelen, arada bir de Kuşburnu.
Kafasına eserse Ördek bakıyordur ama o kadardır yani.

M okumayı çoktan bıraktı mesela, biliyorum. Yazmayı da bırakmadığını nadiren atıp, beni yine benden alan iletilerinden biliyorum...

Kimselerin bakmadığını bildiğim için, çok da yazasım gelmiyor doğrusu.
Ama sırf o okumuyor diye, dilediğim gibi ona yazabiliyorum. O da başka türlü bir rahatlık işte.
Kimsenin bakmadığını bildiğinde çılgın gibi dans etmek gibi.

1.6.11

Resmi olarak

yaz geldi...

İki haftaya okul da bitiyor.
Orkestra adası, James Blunt Konseri, Rize Topluma Hizmet Projesi, İtalya'da okul, Assos, Ördek'le Çeşme.
Nasıl mutluyum anlatamam.
Seneye alacağım dersleri düşündükçe heyecanlanıyorum!

Şimdi tek istediğim şu yaz biraz para kazanmak.
Müzik teorisine dair bir şeyler öğrenmek.
Dinlenmemiş albümlerimi dinleyip, okunmamış kitaplarımı okumak.

21.2.11

Rubik Küp Analojileri

Bugün odamda iki rubik küp buldum.
Tabii ki de bana ait değiller.
Ama birileri benim rubik küp çözebilecek kadar zeki olduğuma inanıp, Radiohead albümlerimin yanına ikisini üstüste koyup bırakmış.
Ördek telefonda konuşurken, internetten bakıp çözmemi ve evdekilere hava atmamı önerdi.
Sanki hiç işim gücüm yokmuş gibi (buradaki ağır ironiyi son bir haftadır çevremde olan insanlar daha iyi anlıyor) internetten resimli bir site bulup işe koyuldum.
20 dakika falan oldu ve hiç bir ilerleme kaydedemediğimi fark ettim ve iç sıkıntıma bir de bu anlık sıkıntıyı ekleyince iyice patlıcan gibi bir şey oldum. Ve elbette pes ettim.

Bu garip benzetmeyi kullanacağım şimdiye dek aklımın ucundan bile geçmezdi ama hayatım geçtiğimiz hafta bir rubik küp gibiydi. Zavallı ben, renkleri bir araya getirmek için çırpındım durdum. Sonunda güzel bir şeyler çıkmasını istediğim için. Başarmak istediğim için.
Ama tıpkı bu uyduruk rubik küpler gibi, insanlar da ortak düşüncelerde buluşmamakta ısrar ettiler.
Ve ne yazık ki insanları evirip çevirerek nasıl bir araya getirebileceğim konusunda resimli anlatımlı bir web-sitesi de yoktu.

En azından rubik küp için "aptal bir oyuncak" deyip geçebiliyoruz, peki ya insanlar?
Hele de değer verdiğiniz insanlar.

İşte böyle garip geçiyor hayat.
Karamelli latte ve rubik küp analojileriyle...

19.9.10

Günlerden Dün

Dün çok sıradışı bir gündü.
Mutluluk kelimesini çok farklı hallerinde gördüm, yaşadım. Sonra bir an geldi mutluluktan çok uzaktım.
Hepsi vardı.

Ama oturup tüm günü yazmak gibi bir planım yok.
Sadece günün içinden kısacık bir bölümü paylaşmak istedim:

Kuşburnu, Ördek, Bleach, Mozart ve ben metrodayız, trene doğru yürürken kulağımıza çok tatlı bir müzik geliyor. Metroda yankılanan melodiyi takip ediyoruz; ve elinde siyah akustik gitarı, kalın çerçeveli gözlükleri, Hollywood sakalıyla* onu gördük. Diğerlerine "Biraz izleyebilir miyiz?" dedim; ama zaten onların da istediği buydu. Hepimiz sürekli metro kullandığımız için, metro müzisyenlerine alışığız; ama duyduğumuz şey bizleri gerçekten çok etkilemişti. Bunun üzerine durup dinlemeye karar verdik. Geldiğimizde çalmakta olduğu şarkıyı bitirince alkışladık ama yerlerimizden hareket etmedik. İkinci şarkısıysa beni daha çok etkilemesine yetmişti. Starsailor'ın dinlemekten hiç bıkmadığım Alcoholic şarkısını çalıyordu. İşte bu şarkının ortalarında, olduğum yerden hareket edemeyeceğimi anlamıştım. Birkaç şarkı sonra "What if God Was One Of Us"ın akustik ve duymadığımız bir versiyonunu çalmaya başladığında, hepimiz aynı anda eşlik etmeye başlamış ve gülüşmüştük. Gitmek istemediğimi söylediğimde, onlar da kalmak istediklerini söylediler ve kendimizi metronun ortasında, adamın karşısında otururken bulduk. Çevremizde bir dolu insan toplanmıştı bile. Neredeyse daha yeni oturmuşken (en azından biz öyle hissediyorduk) gitarcı son şarkısını çaldı ve biz alkışlarken toparlanmaya başladı. Birbirimize "ama biz dinliyorduk?" diye bakakaldık. Kutusuna biraz para atıp, tebrik ettim. O da gülerek bizi turist sandığını, bütün şarkıları dinlediğimiz için şaşırdığını söyledi.
Bir arkadaşıyla konuşurken yanından ayrıldık...

*bu bir sakal stili, google'dan bakmak isteyebilirsiniz; anlayacaksınız :)


***

Not: Aynı gün, D&R'da duyduğum Fransız bir caz şarkıcısının albümünü aldım. Anlamadığım ama keyif aldığım bir şeyler dinlemek için.

12.8.10

"Biz dün ne yapmıştık şimdi?"

Denizin ortasında
Uyanmak ne güzel
Gençkız dergilerinde
Benliğimizi aramak gibi
Ve zencefilli kurabiye
Ya da bi film belki,
Belki iki,
Üç..
Hele de uğruna
Salon baştan yaratıldıysa
El yordamıyla
Vantilatör bile kurulmuş
Gülmek ne güzel
Denizin ortasında
Çay eşliğinde sohbet
Belki de duygular,
Defterden okununca daha tatlı

11.8.10

Alışkanlık

Acilen "yanımda bir not defteri taşıma" alışkanlığı edinmem gerek...
Gün içinde tonlarca farklı düşünce beynimde tur atıyor ve elime kağıt kalem geçene kadar hepsi yok oluyor.
Gördüğüm, duyduğum, hissettiğim ayrıntılar sabırsız birer çocuk gibi; o sırada ilgilenmezsem dil çıkarıp küsüyorlar bana.
Gerçi yanımda bi defter taşısam da taşımasamda çıkarıp not almıyorum ya, o da ayrı konu.
Edinmem alışkanlık şudur o zaman:
"Yanımda bir not defteri taşıyıp aklıma bir fikir geldiğinde hiç vakit kaybetmeden içine yazmak"

Hadi bakalım.


Not: Bu fikrin aslı Ördek'e aittir. Aklıma o soktu, şimdi beceremiyorum diye daha da kızıyorum..

5.8.10

3 saat sonra..

.. "uyanmam" gerekiyor. Ki hazırlanıp evden çıkabileyim, uçağıma yetişebileğim ve Ördek'e kavuşabileyim.

Uyumadan önce Kuşburnu'na bir hediye bıraktım, belki siz de bakmak istersiniz:
Don't Blame The Orange
Çok cici olma yolunda ilerleyen bir hikaye blogu bu, merak edenler varsa ara sıra bakabilir, hatta dilerse takip bile edebilir.

Yarın uçağım 7'de ve her zamanki gibi yerim cam kenarı..
"Sabaha bulutların üzerinde olacağım..."
Bunu siz de sevmediniz mi yani?

27.6.10

Bilmediği Şiir

olmayan sokaklarda
bilmediğimiz kafelere oturup
tanımadığımız öykülerden bahsetmek
bundan bir ay dolusu uzak.

ağustosun kaçında
çeşmeye gideceğimi
halen bilmiyorum.

Ördek

18.6.10

Ördek

Bundan sadece 16 yıl önce o küçük, bembeyaz bir yumurtanın içindeydi.
Haziran'ın on yedisinde içeride olmaktan iyice sıkılmış ve dışarı çıkma vaktinin geldiğine karar vermişti.
Küçük ve güçsüz gagasıyla kabuğu içerden ite ite sonunda kırdı ve yumurtasından çıktı.
Çıktığında daha çok küçük olduğu için düzgün yürüyemiyordu bile..
İki adımında bir düşüyor ve buna ramen paytak paytak yürümeye devam ediyordu.
Ben de kendi gagamla onu hafif hafif ittirerek destek veriyordum düşmemesi için..

O zamanlar böyle sapsarı da değildi, daha çok koyu gri gibiydi tüyleri.
Büyüdükçe böyle sarardı ve böyle güzel bir sarı oldu.
Ve küçücüktü..
Bir çocuğun avuç içine sığabilecek kadar küçüktü, ve sıcacık olmasına rağmen belli belirsiz titrerdi..
Görmeliydiniz, öyle güzeldi ki...


***


İyki doğdun Ördek,
sen olmasaydın hiçbir şey bu kadar güzel olmazdı...

7.6.10

Bu Yaz

"Ben, bu yaz serin geçer sanmıştım.
Uzun zamandır konuşmayı unutmak, hiç bir şeyi bilmemek, yalnızca, evet yalnızca gece yarısı edilebilecek bir telefonla uyanıp, eski, çok eski bir arkadaşın sesini duymak istemiştim.
Galiba, en büyük hatalarımdan biriydi bu.
Ses ne kadarını anlatabilir ki bir insanın: görmeden, dokunamadan, ansızın kapatarak avucunu, bir kelebeği orda hapsetmek gibi bir şey olmalı.
Oysa ağrılı yaralarım, ‘janti’ taklalarım, hububata dönüşmüş yanlarım vardı.
Oysa ben, bu yaz serin geçer ve sessiz kalmayı tercih ederek, evimde, odamda, fallar açarım, belki biraz müzik dinler, ağlarım diye ummuştum."

Küçük İskender

16.5.10

F.R.I.E.N.D.S.

Beraber en boş filmleri izlemekten bile keyif alabildiğiniz,
Saatlerce gezip güzel bir yer aradıktan sonra kenarda köşede bir Starbucks'a oturup yine de eğlendiğiniz bir dostunuz varsa;
Ne mutlu! :)

***

"Your mother warned you there'd be days like these..
But she didn't tell you when the world has brought
You down to your knees that
I'll be there for you..."
- The Rembrandts

12.2.10

Sevgililer Günü

Sabah aldığım günleri o çok sevdiğim uzun ince vazoya koydum ve komidinimin üzerinde yer açıp oraya yerleştirdim. Balıklarım bile akvaryum camına yaklaşıp notlarda ne yazıyor okumaya çalıştılar.

İki kırmızı,
Bir beyaz gül.

Aldığım en güzel sevgililer günü hediyesinin o içime sığdıramadığım Ördek'ten olması,
En güzel kokan gülümün tanıdığım en zarif dostumdan gelmesi,
En sevdiğim sözlerden bir tanesini okuduğumda sevinemeyişim,
Daha sonra Ördek'ten duyunca sıcacık hissedişim...

"Bunların bir anlamı var mı?"
diye düşünüyor işte insan.

29.1.10

Ördek'le Bir Gün

Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki..
Kafam öyle dolu ki..
Burayı özledim, yazmayı özledim!

Perşembe günümü küçük bir ördekle geçirdim. Onu tanısanız çok seversiniz.
Küçücük bir kız çocuğuyken, bir anda bende daha yaşlı bir insan oluveriyor.
Ne demek istediğini, nasıl hissettiğini anlatmayı beceremiyor ama zaten çok bir şey söylemesine gerek kalmıyor.
Bazen, tabii.

Geçirdiğimiz günden bir kaç kesidi paylaşayım dedim ben de:



Saatime şaşkınlıkla bakıp otobüsten iniyorum, son durak olup olmadığından pek emin değilim. Ördek'i arıyorum hemen.
Pipe Dreams: Şey, çıktın mı?
Ördek: 10 dk'ya çıkıyorum.
P: Hazırsan şimdi de çıkabilirsin
Ö: Hı?
P: Ben 45 dk erken geldim de...
Ö: Ben çıkıyım o zaman...

***

Karşıdan bana kocaman bir gülümsemeyle paytak bir ördek yavrusu yürüyor...

***

Ö: Nutella da aldım...
Ö & P: *sırıtırlar*

***

Başımızın üstünde kitaplar uçuyor.
Ördek bana bir şeyler vaklıyor, ben kitapları seyrediyorum.

***

Ö: Bu çok güzel işte.
P: Kesinlikle! Kanun kaçağı gibi değil mi?
Ö: Ne?
P: Yani tam öyle değil. Sanki yetim kalmış ve küçük erkek kardeşine bakabilmek için hırsızlık yapıyormuş gibi...
Ö: Gerçekten mi? Bana baktığım anda "boy trouble" gibi gelmişti...
P: Bilmem...

***

P: Adam mükemmel değil mi?
Ö: Nasıl yani?
P: En baştaki resim.
Ö: Nesi mükemmel?
P: Yani.. "He's f*cked up"...

***

P: Çok güzel değil mi?
Ö: Eveet... Ama ne ki o?
P: *kafasını sağa eğer* Yatak!
Ö: *kafasını sağa eğer* Aa, evet.

***

*Bir iki saat sonra*
Ö: Çok sıkıldımkfhs--Şuna bak ne güzelmiş!
P: Tamam şuna bakıp çıkıyoruz.

***

Ördek elinde üç DVD'yle gelir, hangi sırada izleyeceğimize karar vermeye çalışırken zamanımızın buna yetmeyeceğini fark ederiz...
P: Ben annemi arayıp kalmak için izin istiyim o zaman.

***

The Painted Veil
Edward Norton'a bir kez daha aşık olunur...

***

P: Neee?!
Ö: *ağlamaklı bir sesle* Sen kızı sevmedin!
P: Ben öyle şımarık olup sonradan akıllanan kızları hiç sevmem! Kız çok şımarık!
Ö: *ağlamaklı bir sesle* Kızdan nefret ediyosun!
P: Evet, ediyorum...

***

P: Peki neden Painted Vail?
Ö: Hepiniz de bunu sormayın!

***

The Hours
Nicole Kidman'ı nasıl o hale sokmuşlar diye sorar insan kendine.
Filmden uzun bir süre sonra bile kelimeler kafanızda dolanır...

***

Ördek söz verdiği gibi çok duygusallaşır...
P: Umarım bu kadın kadar yoğun hissedersin, ama kendini öldürmezsin.
Ö: Yapmam ki zaten...

***

Filmlere ara verip biraz muhabbet ediyoruz. Karşımızda laptopun ekran koruyucusu bilgisayardaki resimleri gösteriyor.
Kuşburnu'nun resmi çıkıyor, harika bir gülümsemeyle hafif yukarı bakıyor.
P: Çok seviyorum ben bunu!
Ö: Ben de!
P: O bizim çocuğumuz olsa, biz de evli olsak?
Ö: Bizim başka planlarımız vardı Kuşburnu'yla ama olur heralde...
P: Kızlar da--
Ö: Onlar da diğer aile olur!
P: Hı... Tamam! Ama aynı evde yaşayalım!
Ö: Tabii ki!

***

Babam ve Oğlum
Ben filmlerde ağlayan bir insan değilim.
Ben bu filmde çok ağladım.
Sabah 2.35 olmasaydı babamı arayacaktım. Uyuyordur diye kıyamadım.
Benim babam Süpermen değil.
Benim babam Süpermen.

***

P: *gözlerini silmeye çalışır* Bakma bana...

***

Artık uyku vakti, yatağa gidilir.
P: Bu muydu plan yani? Beni ağlatıp sonra uyutmak?
Ö: Hayır...
...
Ö: İyi geceler.
P: Tatlı rüyalar.

***

P: Sabahları hep böyle oluyorsun!
Ö: Sabahları hep böyle oluyorum... Seninle alakalı değil!
P: Ay domuz gibisin!

***

O küçük ekranın karşısında bir şeyler izleyip kahkaha atıyoruz.

***

Ördek'e bir telefon geliyor, acilen çıkması gerekiyor. Takip ediyorum.
Taksiye atlıyoruz, beni bir cafe'ye bırakıyor. Kapının yanında o durduğu için dışarı çıkıyor, iniyorum. İndiğim gibi sımsıkı sarılıyor...
Ö: Teşekkür ederim!
P: Önemli değil...

***

P: Bir gün çok meşgul olduğumda çocuğumu sana bırakırım, ödeşiriz.
Ö: HER GÜN BIRAK!
P: Aynı binada yaşarsak, olur.
Ö: Her gün aynı bina!



Şimdiden özledim seni Ördek...
Sevgilerimle...