Blogumu yine öksüz bıraktım.
Ders çalışırım, notlarımı yükseltirim falan diye kendimce vakit ayırmıyorum ama ne ders çalıştım ne de not yükseldim. İşin doğrusu bu.
Bir diğer sebepse kafamdaki şeyleri bir araya getiremiyor oluşum tabii.
Şimdi bile kafamın içinde dönen bir hortumdan çekip çıkardığım kelimeleri yan yana diziyormuşum gibi bir durum söz konusu.
Şu arada başıma neler geldi, neler fark edip neler öğrendim.
Anlatmakla bitmeyecek gibi.
The Cinematic Orchestra'nın büyülü konserinin özetini geçeceğim hala aklımda, unutmadım.
Eric Clapton konserinden önce fırsat bulup yazmak, iki büyüyü bir birine karıştırmamak istiyorum.
Geçen haftanın başından beri bir gurgunluk, bir boşluk içindeyim.
Beynim yaz sıcağıyla süblimleşmiş ve toz bulutu olup kulaklarımdan kaçmış gibi hissediyorum.
E tabi düşünceler de yerini bulamayıp biraz dolanıp gidiyorlar kafamın içinden.
Böyle garip haller içindeyim kısacası.
Her şey geçer gibi geliyor şimdilik.
Atlatmam gereken sınavlar, ulaşmam gereken hedefler, yapmam gereken işler, gitmem gereken yerler, düşünmem gereken düşünceler var.
Kurmam gereken hayaller de tabii :)
Şu bir kaç haftanın bana kattığı bir şey varsa, o da Jason'ın dostluğu oldu.
Sonunda gerçekten dostum olduğunu bilmek çok güzel bir his.
Sonunda bu evde yanlız değilim.
Filozoflar için üzülmeye bile başladım...
Hayat oturup üzerine düşünmek için fazla karışık ve kısa.
İnsan gördüğü ve hissettiği şeyleri o an ve zamanda yaşamazsa, yazık oluyor.
Sonra üstüne düşünmüşsün, anlamlar çıkarıp edebiyatını yapmışsın; inanın anlamı kalmıyor.
Orada, o an.
Hepsi bu!
Parlayan, sönen ve kaybolan bir kıvılcım gibi:
Ateşten küçük bir parça, karanlıkta yok olan....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder