Chet kindly asks:
"Why won't somebody send a tender blue boy to cheer up little girl blue?"
***
Merhaba İstanbul ve merhaba eski ve merhaba 18 senenin evi (temsili),
ve merhaba beni geçtiğimiz dört aylığına uğurlamış olan her şey ve herkes.
Sizleri "geri döndüğümde her şey eskisi gibi olacak" duygusunun ağır bastığı bir özlemle özlemişim.
Ama hiç bir şey hiç bir zaman eskisi gibi olmaz.
***
Ne yapacağımı bilmeden evde oturduğum günler sık değildir, bu nadir günlere asla 10'da uyanmam.
Ve bu yüzden saat 5 buçukken saati 10 buçuk zannetmem doğaldır, değil mi?
***
Herkes sevilmek ister.
Kabul etmek istese de istemese de herkes sevilmek ister.
Kabul ederseniz muhtaç ve dürüst,
Kabul etmezseniz güçlü ve yalancı olursunuz.
Bu tartışmaya girmemek de bir seçenektir tabii, bu durumda sessiz ve ketum olmuş olursunuz.
Günün sonunda
-veya "at the end of the day"-
ne seçtiğinizin bir önemi olmaz, yalnız veya tümsünüzdür.
Yalnız veya tüm.
Tartışmaya açık değildir, çoğu zaman.
***
Her gün bir bardak içmeden rahat duramadığım kahve, şimdi nerdesin?
***
"It's time you knew, that all you can count on are the raindrops that fall on little girl blue.."
Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
27.12.13
17.12.13
Now that finals are over, I have time for this:
Which Classic Disney Movie Is Most Like Your Life?
- You got: Cinderella
Money, work, home life: It’s all a struggle for you. You’re probably dating like it’s your job because as far as you can see, things won’t be better until you find Prince Charming. At least your blog, findingprincecharming.blogspot.com is getting some traffic.
6.12.13
2.12.13
13.11.13
Learnin' The Blues (Louis Armstrong & Ella Fitzgerald)
My life's been full of luck and love.
And all that jazz.
And all that jazz.
6.11.13
Stories on Stories on Stories
There once was a time I wrote stories
There once was a time I wrote books
There once was a time I wrote everyday
There once was a time I wrote a diary
There once was a time I wrote songs
There once was a time I wrote songs in German
There once was a time I wrote love songs in German
And let me tell you this:
Writing love songs in German, is a big deal.
A real challenge.
Not because it's impossible, because almost everyone thinks it's impossible.
- Change Topic -
I have been thinking about starting a new series of blogs lately.
About all the parallel universes I believe that I exist.
A blog on my "if I had" and "if I had not"s.
- Change Topic -
Lately all I have been writing about in my free-writing assignments is concerned with my incompetence in my new life.
I moved to a big city from a equally big city.
So you'd think I'd be fine. But I am not.
Because in the big city I came from, I spent three years establishing me.
Making me.
And now I have to do it all again.
I am strong.
I am strong.
I am strong.
But nobody is that strong.
Or maybe some people are.
How would I know?
If there is anything I know about me, it is that I do not know shit about shit.
But that's all right.
Because I am, strong.
- Change Topic -
DB thinks I know things.
He sees that I know things, because he thinks I see things.
He doesn't say that to me.
Therefore I do not have to admit that I do not know shit about shit.
- Change Topic -
There were times in my life when I wrote poems.
I wrote shitty poems.
I wrote cheesy romantic poems.
I wrote far-too-sad poems.
I wrote meaningless poems.
I wrote poems.
Multiple.
I probably have written a hundred too.
None of which was brilliant.
Some sentimental to me.
But I wrote a hundred poems.
- Change Topic -
I miss not-doubting me.
I miss being certain.
- Change Topic -
I make things happen.
I make things happen.
I create.
I love.
I believe.
I fall in despair.
I pull myself up.
I stay strong.
I make things happen.
- Change Topic -
I love it when people say "Shed".
Here I go to shed a little.
Goodbye.
5.11.13
2.10.13
28.9.13
24.9.13
(How I feel) Here
I've tried but I couldn't find any warning of you dear
Bitmeyen yenilikler silsilesinin içinde insan gerçekten çok kolayca kaybolur.
It's hard to make out any sense of how I feel here
Alışveriş listelerinden, ödev listelerine; terim post-itlerinden, buluşma post-itlerine; yıkanacak bulaşıktan, yıkanacak çamaşıra; transpoze edilecek parçadan, kurulacak yedililere koştururken insan nerede olduğunu unutur.
All I know, is that my days go on and on without you here,
without you here
Ta ki oda arkadaşınız yan masanızda ağlamaya başlayana kadar.
My days go on and on without you here,
without you here
Siz kulaklıklarınızın altında "chord progression"larınızla uğraşırken durumu kurtarmak için geç kalmışsınızdır bile.
I beg your pardon, love
But you've interrupted me
Yemekhanelerden plastik çatal-bıçak, kahve dükkanlarından şeker cepleyerek hayatınızı sürdürme çabalarınızın anlamsızlığı, işte o sırada ortaya çıkar.
And the sad song that's played
Like a drum inside of me
Daha yeni başladık.
Daha beş hafta oldu.
Daha yeni, yeni bir derse başladım.
Daha ilk sınavıma girmedim.
Daha ilk sevgilimle tanışmadım.
Daha yeni başladık.
My, my what a fool am I, for allowing this to be
But this fool cannot ignore the light when he sees you
İnsan gerçekten çok kolayca kaybolabiliyor.
And my days go on and on without you here
without you here
Ta ki kendisi gibi kaybolmuş birisi, kaybolduğunu fark edene kadar, kaybolduğunu bile fark etmeden üstelik.
And my days go on and on without you here
without you here
Uzaktayız. Tek bir noktadan değil, birkaç noktadan uzaktayız.
And my days go on and on without you here
without you here
Bu noktalar başlangıç noktaları bile değil üstelik.
Kendi yerçekimleriyle kalplerimizi çekiştiren gezegenler gibi.
And my days go on and on without you here
without you
Boşlukta, kocaman, pasparlak, ama uzakta gezegenler.
Here..
Bizler de kendi küçük gezegenimizde gibi.
Without you here
Çayı özlemedim mesela.
Without you here
Ama kahvaltıyı özledim, beraber çıkılan, babamın iki kaşıktan fazla reçel yediğinde annemin sinirlendiği türden kahvaltıyı.
Without you here
(Greg Laswell)
Bitmeyen yenilikler silsilesinin içinde insan gerçekten çok kolayca kaybolur.
It's hard to make out any sense of how I feel here
Alışveriş listelerinden, ödev listelerine; terim post-itlerinden, buluşma post-itlerine; yıkanacak bulaşıktan, yıkanacak çamaşıra; transpoze edilecek parçadan, kurulacak yedililere koştururken insan nerede olduğunu unutur.
All I know, is that my days go on and on without you here,
without you here
Ta ki oda arkadaşınız yan masanızda ağlamaya başlayana kadar.
My days go on and on without you here,
without you here
Siz kulaklıklarınızın altında "chord progression"larınızla uğraşırken durumu kurtarmak için geç kalmışsınızdır bile.
I beg your pardon, love
But you've interrupted me
Yemekhanelerden plastik çatal-bıçak, kahve dükkanlarından şeker cepleyerek hayatınızı sürdürme çabalarınızın anlamsızlığı, işte o sırada ortaya çıkar.
And the sad song that's played
Like a drum inside of me
Daha yeni başladık.
Daha beş hafta oldu.
Daha yeni, yeni bir derse başladım.
Daha ilk sınavıma girmedim.
Daha ilk sevgilimle tanışmadım.
Daha yeni başladık.
My, my what a fool am I, for allowing this to be
But this fool cannot ignore the light when he sees you
İnsan gerçekten çok kolayca kaybolabiliyor.
And my days go on and on without you here
without you here
Ta ki kendisi gibi kaybolmuş birisi, kaybolduğunu fark edene kadar, kaybolduğunu bile fark etmeden üstelik.
And my days go on and on without you here
without you here
Uzaktayız. Tek bir noktadan değil, birkaç noktadan uzaktayız.
And my days go on and on without you here
without you here
Bu noktalar başlangıç noktaları bile değil üstelik.
Kendi yerçekimleriyle kalplerimizi çekiştiren gezegenler gibi.
And my days go on and on without you here
without you
Boşlukta, kocaman, pasparlak, ama uzakta gezegenler.
Here..
Bizler de kendi küçük gezegenimizde gibi.
Without you here
Çayı özlemedim mesela.
Without you here
Ama kahvaltıyı özledim, beraber çıkılan, babamın iki kaşıktan fazla reçel yediğinde annemin sinirlendiği türden kahvaltıyı.
Without you here
(Greg Laswell)
8.9.13
31.8.13
"Deedle dee dum is the song that I hum"
"and the tune keeps ringing..."
"Bekliyorum gelmiyor çok garip bu bir şaka mı gelince ne olucak sanki? Ella Fitzgerald. Deedle dee dum. Hay allahım bu nasıl bir şaka. 12 oldu mu giderim. Muhtemelen gitmem ama 10 geçe giderim. Sen bile tutamazsın yıldızlar tutamaz. Şaka heralde. Şu halim. Vay anasını. Mahallenin dork'u olduk iyi mi. Bu bekleyişin ardından etrafımdan geçen kimseye bakmasam daha iyi. İnanamıyorum. Bu Cadde'ye çağırılıp "öbür kızı seviyorum" konuşması yapmaktan da kötü. Şu an bu bir rezalet. 12 it is. Kaderde ilk haftadan da ekilmek varmış. Yuh demek istiyorum. Ya da eşek şakası materyali olmak. O kadar da sevimli çocuk hem de. Görmemiş gitmiş olsa ne gülerim. Ama nerde. Vay be. İyi sıçmışım bu sefer. Son 6 dakika then I'm out. Çüşünüz be kardeşim. Çüş. 5 dakika. Ne malmışım lan. Bu ne. Deedle dee dum is the song that I hum and the world is singing. Son bir dakika +/- 2. Ama yuh. Gerçekten. 12. Oha. OHA. Gerçekten. Yuh. Çüş. Oha. Şu anki durumu toparlayacak tüm durumlar çocuğun ölümüyle ilgili. Şimdi veya yakında. Oha oha oha oha."
***
- I am an idiot.
- Can I call you an idiot? I'd feel so much better.
- Yes.
- Idiot. There.
***
- So what do you miss the most about home?
- My girlfriend. I miss her like hell.
***
"Deedle deedle deedle deedle deedle deedle deedle dee dum!"
- Ella Fitzgerald
"Bekliyorum gelmiyor çok garip bu bir şaka mı gelince ne olucak sanki? Ella Fitzgerald. Deedle dee dum. Hay allahım bu nasıl bir şaka. 12 oldu mu giderim. Muhtemelen gitmem ama 10 geçe giderim. Sen bile tutamazsın yıldızlar tutamaz. Şaka heralde. Şu halim. Vay anasını. Mahallenin dork'u olduk iyi mi. Bu bekleyişin ardından etrafımdan geçen kimseye bakmasam daha iyi. İnanamıyorum. Bu Cadde'ye çağırılıp "öbür kızı seviyorum" konuşması yapmaktan da kötü. Şu an bu bir rezalet. 12 it is. Kaderde ilk haftadan da ekilmek varmış. Yuh demek istiyorum. Ya da eşek şakası materyali olmak. O kadar da sevimli çocuk hem de. Görmemiş gitmiş olsa ne gülerim. Ama nerde. Vay be. İyi sıçmışım bu sefer. Son 6 dakika then I'm out. Çüşünüz be kardeşim. Çüş. 5 dakika. Ne malmışım lan. Bu ne. Deedle dee dum is the song that I hum and the world is singing. Son bir dakika +/- 2. Ama yuh. Gerçekten. 12. Oha. OHA. Gerçekten. Yuh. Çüş. Oha. Şu anki durumu toparlayacak tüm durumlar çocuğun ölümüyle ilgili. Şimdi veya yakında. Oha oha oha oha."
***
- I am an idiot.
- Can I call you an idiot? I'd feel so much better.
- Yes.
- Idiot. There.
***
- So what do you miss the most about home?
- My girlfriend. I miss her like hell.
***
"Deedle deedle deedle deedle deedle deedle deedle dee dum!"
- Ella Fitzgerald
20.8.13
Stage 1: Homesickness
or so I've been told.
Evet efendim.
Buradayım.
Çılgın heyecanlar, karın ağrıtan stresler, ellerimle yazıp postaladığım - cevap alamadığım mektuplar, başvurular, formlar, sayfalarca formlar, neden istiyorsun?lar, gelince ne yapacaksın?lar, ne katacaksın?lar, şarkılar, notalar, transpozeler, 20 dakikalık aralarda 40 dakikalık kayıtlar, lütfenler, teşekkür ederimler, inanamıyorumlar, oley!ler, oh be!ler, vay be!ler...
Hepsi bunun içindi.
Kaybolmanın saniyeler süreceği, bulunmanın yıllar alacağı bir şehir.
Müzik, sonsuz müzik, her yerden herkesten akan müzik.
Hiç görmediğin giysiler, hiç görmediğin kıyafetler, hiç görmediğin insanlar, hiç görmediğin binalar, hiç görmediğin, göremeyeceklerin.
Mavi iş seloteypiyle yapıştırılmış kırık masa lambası.
Mavi iş seloteypiyle yapıltırılmış kırık masa lambasının yalnızlığı.
Zincirleme ad tamlaması.
Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim.
Annemi yolculayacağım günün gözlerimin kurumadığı bir gün olacağını düşünmemiştim.
13 yaşında hiç tanımadığım bir kızın halimi görüp bana sarılacağını hiç düşünmemiştim.
Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Her yerimden çaresizlik akıyormuş gibi.
İnsan hayal kurarken bunları düşünmüyor.
Sanırım kendinden büyük hayaller kurup gerçekleştiğinde benim kadar afallayan biri daha yoktur.
Tanıdık seslerle evin yolunu tutuyorum - zihnimde.
"I'm standing at the firing line
Too scared to jump to leave behind
The lights go down and there's nowhere left to hide
Into the great unknown!"
- Travis
Evet efendim.
Buradayım.
Çılgın heyecanlar, karın ağrıtan stresler, ellerimle yazıp postaladığım - cevap alamadığım mektuplar, başvurular, formlar, sayfalarca formlar, neden istiyorsun?lar, gelince ne yapacaksın?lar, ne katacaksın?lar, şarkılar, notalar, transpozeler, 20 dakikalık aralarda 40 dakikalık kayıtlar, lütfenler, teşekkür ederimler, inanamıyorumlar, oley!ler, oh be!ler, vay be!ler...
Hepsi bunun içindi.
Kaybolmanın saniyeler süreceği, bulunmanın yıllar alacağı bir şehir.
Müzik, sonsuz müzik, her yerden herkesten akan müzik.
Hiç görmediğin giysiler, hiç görmediğin kıyafetler, hiç görmediğin insanlar, hiç görmediğin binalar, hiç görmediğin, göremeyeceklerin.
Mavi iş seloteypiyle yapıştırılmış kırık masa lambası.
Mavi iş seloteypiyle yapıltırılmış kırık masa lambasının yalnızlığı.
Zincirleme ad tamlaması.
Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim.
Annemi yolculayacağım günün gözlerimin kurumadığı bir gün olacağını düşünmemiştim.
13 yaşında hiç tanımadığım bir kızın halimi görüp bana sarılacağını hiç düşünmemiştim.
Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Her yerimden çaresizlik akıyormuş gibi.
İnsan hayal kurarken bunları düşünmüyor.
Sanırım kendinden büyük hayaller kurup gerçekleştiğinde benim kadar afallayan biri daha yoktur.
Tanıdık seslerle evin yolunu tutuyorum - zihnimde.
"I'm standing at the firing line
Too scared to jump to leave behind
The lights go down and there's nowhere left to hide
Into the great unknown!"
- Travis
15.7.13
A Few Things
ARTIK DÖNDÜM! veya BUNDAN SONRA HEP BURDAYIM! gibi açıklamalarla dönüş yapmayı pek istesem de;
kendimizi kandırmayalım.
Geçtiğimiz 9 ayda küçülüp küçülüp kıçıma kaçan beynim, son 2 ayında şişti şişti ve patlayıp parçacıklara bölündü. Sebzeli etli, hiç yemediğim o çorbalara dönüştü.
Yeni insanlar tanıdım.
Tanıdıklarımı yeniden tanıdım.
Bazılarına sımsıkı sarıldım, aslında çoğuna, çoğunlukla sımsıkı sarıldım.
Güldüm. Ağladım. Korktum. Çok korktum. Pes eder gibi oldum. Derin nefes alıp, müzik dinleyip, pes etmekten pes ettim. "For we know we need each other so we better call the calling off off" dedim.
Umutlarıma, hayallerime sarıldım. Boğana kadar belki de.
Sonra bu halimi gören ve ne yaptıysa durumu çözen adama siber sarıldım.
Şimdi gözlerim yaşarana kadar gülebiliyorum.
Ama bu işin kişisel kısmıydı.
Bir de işin toplumsal kısmı var ki, insanı çıldırtıyor.
Buraya çok da yansıtasım yok.
Sadece yüreği benimkinden katlarca büyük, cesareti beni telaşa sokacak kadar sarsılmayan insanlara teşekkür etmem gerek.
Sizleri korumak ve yüceltmek için korkak benliğimin el verdiği kadarını yapmaya devam edeceğim.
Günler geçmeye böyle devam ediyor.
Üç vakte kadar üç yolculuğum var. Üçü de farklı amaçlara hizmet edecek.
Üçü de beni pek sevdiğim yeşil duvarlarımdan ayırıyor.
"Home is where the heart is" diyip, içimi ferah tutuyorum.
13.6.13
27.5.13
Dancing With My Self
"So let's sink another drink,
Cause it will give me time to think;
If I had the chance,
I would ask the world to dance"
-Nouvelle Vogue
Kafamın içinde dev bir labirent, her köşesinde ayrı bir insan var gibi.
İzin verdiğim kadar içeride veya dışarıdalar.
Orada kalmak istedikleri süre boyunca en azından.
Gözlerimi kapayıp şarkı söylemek istiyorum. Hep. Durmadan. Sonsuza dek.
Dinlemek isteyen herkes dinlesin.
İstemeyen kimse kalmasın.
Ne labirent.
Ne beklenti.
Ne hayalkırıklığı.
Ne sarhoşluk.
Ne akşamdankalmalık.
Ne uyku.
Şarkı.
Müzik.
Sonsuza dek.
Cause it will give me time to think;
If I had the chance,
I would ask the world to dance"
-Nouvelle Vogue
Kafamın içinde dev bir labirent, her köşesinde ayrı bir insan var gibi.
İzin verdiğim kadar içeride veya dışarıdalar.
Orada kalmak istedikleri süre boyunca en azından.
Gözlerimi kapayıp şarkı söylemek istiyorum. Hep. Durmadan. Sonsuza dek.
Dinlemek isteyen herkes dinlesin.
İstemeyen kimse kalmasın.
Ne labirent.
Ne beklenti.
Ne hayalkırıklığı.
Ne sarhoşluk.
Ne akşamdankalmalık.
Ne uyku.
Şarkı.
Müzik.
Sonsuza dek.
30.4.13
19
Kendi doğum gününde bile derdi bitmeyen bir kız oldum kaldım.
Diyetteyim diye de pasta yerine tavuklu salata yedik bugün.
Böyle garip, böyle çılgın bir hayat benimkisi.
Bari burada bir heyecan, parıltı olsun didim:
Diyetteyim diye de pasta yerine tavuklu salata yedik bugün.
Böyle garip, böyle çılgın bir hayat benimkisi.
Bari burada bir heyecan, parıltı olsun didim:
7.4.13
Gene's dancin' and singin' in the rain
Böyle yağmurlu bir günde bu mutluluğu kendinde bulan sevgili Gene Kelly, bana da o mutluluktan biraz ışır mısın?
27.3.13
Indefinitely (Travis)
Everyday in every way I'm falling
Klasik bir günün 6 saatini uyuyarak, 16 saatini gülümseyerek geçiren birisi olarak, günün kalan o 2 saatinde kendimi varoluşsal bir boşluğun içinde buluyorum.
İnsan sanki daima çürüyen bir varlık. Sankisi de yok ya bu işin. Yaşamaya başladığı andan tek bir sona doğru "ilerleyen" bir varlık.
Buna ilerlemek denirse.
Shine a light on me so that everyone can see,
That I want to stay here, indefinitely
Üstelik ben böyle de değilim.
Böyle düşünmek de istemiyorum.
Nasıl düşünmem gerektiği, nasıl mutlu olacağıma, nasıl umutlu olacağıma dair herşeyi biliyorum.
Fakat bilmek yetmiyor - bir çeşit bilgisayar virüsü gibi adeta "insan" olmak.
Ne kadar çabalarsan çabala içindeki hisler curcunasını durduramıyorsun.
Beklentinin aksi yönünde gerçekleşen şeyler seni üzüyor, beklentinin doğrultusunda olanların seni neşelendirdiği gibi.
"Zaten bekliyordum" diyebilmek, o güzel anlarda içinde zıplayan çocuğu durdurmadığı gibi; kötü gelişen durumlarda da kalbini bir arada tutamıyor.
Time exists just on your wrists, so don't panic.
Oysa ne kolay olurdu, o "herşeyin yolunda olduğu" ana atlayabilmek.
Şu kısa gelecekte başına gelenleri kabul ettiğin ve huzura kavuştuğun o ana, aradaki ızdırabı ve hayalkırıklığını hiç yaşamadan atlayabilmek.
Moments last, and life times are lost in a day.
Hayat ne tatlı olurdu öyle.
So wind your watches down please, cause there is no time to lose
Ne bu hissiyatı değiştirebiliyor insan, ne de o sırada kaybettiği zamanı geri alabiliyor.
Bugün beni kanepenin tepesinde asık bir suratla bırakan bir kararın yaptığı gibi.
Oysa okunacak kitaplar, izlenecek filmler vardı.
And I'm going to stay here, indefinitely
Neyseki çabuk iyileşen bir ruha sahibim.
Ailemizde süregelen "sabah uyandığımızda hiçbir şey olmamış gibi davranma" geleneğinin bir sonucu bu.
Aile ilişkilerini zorlaştırsa da, sabahları kolaylaştıyor ne diyeyim.
And I want to stay here, so just let me be...
Sabah daha iyi hissetmek üzere...
Klasik bir günün 6 saatini uyuyarak, 16 saatini gülümseyerek geçiren birisi olarak, günün kalan o 2 saatinde kendimi varoluşsal bir boşluğun içinde buluyorum.
İnsan sanki daima çürüyen bir varlık. Sankisi de yok ya bu işin. Yaşamaya başladığı andan tek bir sona doğru "ilerleyen" bir varlık.
Buna ilerlemek denirse.
Shine a light on me so that everyone can see,
That I want to stay here, indefinitely
Üstelik ben böyle de değilim.
Böyle düşünmek de istemiyorum.
Nasıl düşünmem gerektiği, nasıl mutlu olacağıma, nasıl umutlu olacağıma dair herşeyi biliyorum.
Fakat bilmek yetmiyor - bir çeşit bilgisayar virüsü gibi adeta "insan" olmak.
Ne kadar çabalarsan çabala içindeki hisler curcunasını durduramıyorsun.
Beklentinin aksi yönünde gerçekleşen şeyler seni üzüyor, beklentinin doğrultusunda olanların seni neşelendirdiği gibi.
"Zaten bekliyordum" diyebilmek, o güzel anlarda içinde zıplayan çocuğu durdurmadığı gibi; kötü gelişen durumlarda da kalbini bir arada tutamıyor.
Time exists just on your wrists, so don't panic.
Oysa ne kolay olurdu, o "herşeyin yolunda olduğu" ana atlayabilmek.
Şu kısa gelecekte başına gelenleri kabul ettiğin ve huzura kavuştuğun o ana, aradaki ızdırabı ve hayalkırıklığını hiç yaşamadan atlayabilmek.
Moments last, and life times are lost in a day.
Hayat ne tatlı olurdu öyle.
So wind your watches down please, cause there is no time to lose
Ne bu hissiyatı değiştirebiliyor insan, ne de o sırada kaybettiği zamanı geri alabiliyor.
Bugün beni kanepenin tepesinde asık bir suratla bırakan bir kararın yaptığı gibi.
Oysa okunacak kitaplar, izlenecek filmler vardı.
And I'm going to stay here, indefinitely
Neyseki çabuk iyileşen bir ruha sahibim.
Ailemizde süregelen "sabah uyandığımızda hiçbir şey olmamış gibi davranma" geleneğinin bir sonucu bu.
Aile ilişkilerini zorlaştırsa da, sabahları kolaylaştıyor ne diyeyim.
And I want to stay here, so just let me be...
Sabah daha iyi hissetmek üzere...
11.3.13
"get back what we lost"
Bu seferki ara pek uzun oldu.
Fark etmeden tam iki ay ara koymayı başarmışım.
Bir zamanlar vardı söyleyecek sözüm hiç bitmez idi; şimdi ise aklımdan gelip geçiyorlar.
Kendimden haber vererek başlayayım dedim:
Böyle şeyler dinleyip
Böyle şeyler izliyorum
Böyle şeylere gülüyorum da gülüyorum
Böyle şeyleri öğrenmeye çalışıyorum
Şimdilik böyle.
Fark etmeden tam iki ay ara koymayı başarmışım.
Bir zamanlar vardı söyleyecek sözüm hiç bitmez idi; şimdi ise aklımdan gelip geçiyorlar.
Kendimden haber vererek başlayayım dedim:
Böyle şeyler dinleyip
Böyle şeyler izliyorum
Böyle şeylere gülüyorum da gülüyorum
Böyle şeyleri öğrenmeye çalışıyorum
Şimdilik böyle.
11.1.13
Nafile..
"Küçüklüğümden beri derdimi anlatmamın yollarını arıyorum. Konuşmak zor geliyor, hep gelmiştir. Bu konu üzerinde çalışıyorum, ve ilerde mükemmel bir konuşmacı olmayı hedefliyorum. Yazmak daha kolay. Beyaz bir sayfa var ve onu doldurmam için kimse beni bakışlarıyla baskı altında bırakmıyor. Gerçi o baskı benim kendi yarattığım bir şey. İnsanlar niye durduk yerde bana baskı yapsın? Dedim ya, üstünde çalışıyorum."
Şirin Soysal - İstanbul, 20 Eylül 2011
1.1.13
13000
Something to think about / get inspired from / love
from my favorite writer, and a handful of likeable musicians.
from my favorite writer, and a handful of likeable musicians.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)