Sayfalar

26.3.12

Sizinle ilgisi yok

Kararlar veriliyor. Kararlar veriyorum.
Düşünüyorum, bol bol düşünüyorum. Düşünceler de kalıyorum.
Bazı bazı eyleme geçiriyorum bu düşünceleri. Bazı bazı kendimi kendi halime bırakıyorum.
Gülüyorum, tutamıyorum kendimi, yerli yersiz gülüyorum. İnsanların anlayışına sığınmaya çalışıyorum.
Yanlış anlaşılmak istemiyorum, "sizinle ilgisi yok" diyesim geliyor, "sadece mutluyum, uzun süredir ilk defa mutluyum ve bu mutluluğu ne yapayım bilemiyorum".

Bir fırtınanın ortasında gibiydim uzun süredir, kazaklarıma, yorganlarıma sinmiş, olduğum yerde çakılı kalmıştım. İçim dışım kadar kararmıştı, dışım içim kadar çökmüş.
Sonra ben anlamadan o fırtına bir melteme dönüştü ve ayaklarımı yerden kestiği gibi beni kendisiyle alıp götürdü. Son birkaç haftadır yaptığım yolculuğu ayaklarım yere değmeden yapıyorum.
Yani inanın sizinle ilgisi yok, sadece çok umutluyum.

Planladığımız şeylerin asla planladığımız düzende gitmediğini hep biliyordum.
Ama sıradan bir insan olmanın verdiği o safça umutla, öyle olmadığına inanıyordum şimdiye dek.
Yeni yeni kabul ediyorum hayatın, çizgili defter sayfalarına yapılan listeler gibi sıra sıra ilerleyemeyeceğini.
Ama şansıma, "olsun, böylesi daha güzel" diyebileceğim günler geçiriyorum.
Beklenmeyen şeylerin bir talihsizlikten çok, sıradışı sürprizler olarak karşıma çıktığı günler.

Bunu bana yapan şey her ne ya da kim ise, ona sımsıkı sarılasım geliyor. İçimden sarılıyorum da...

19.3.12

Let Them Talk

"I was not born in Alabama in the 1980's. You may as well know this now. I've never eaten grits, cropped a share, or ridden a boxcar. No gypsy woman attended my birth and there's no hellhound on my trail, as far as I'm aware. Let this record show that I am a white, middle-class Englishman, openly trespassing on the music and myth of the American south."


-Hugh Laurie.


This, is how it starts with words.
And this, is how it starts with sounds:

Hugh Laurie - St. James Infirmary

Powered by mp3ye.eu


Hakkında kötü söz söylemeyi bilmediğim adamlardan bir tanesi...

14.3.12

Mr. Soulman

Duyup duyabileceğiniz en saçma, en çocuksu şarkıyı doğru edayla dünyanın en romantik şarkısına çevirebilen insan bir müzik-süper-kahramanıdır benim için.
Hele de arada sırada yaptığı işin komikliğine yenilip gülmesini tutamıyorsa.

Yeni yeni üne kavuşmaya başlayan, taze soul müzik yapan, çeşitli İngilizce şarkıların (şekil a) pop-soul karışımı coverlarını yapan, güler yüzlü bir Fransız.

"Je ne suis qu'un soulman
Ecoute ça, baby
Je suis pas un superman
Loin de la."*
dese de siz ona inanmayın...

Ben l'Oncle Soul


Bir pelerini eksik.
---
*"I'm just a soul man/ Listen to this baby/ I'm no Superman/ Not at all."

9.3.12

Gece

Yalnızca bir kaç saniye sonra adını duyacağını biliyorsun, ve heyecandan titreyen elini durdurabilmek için önündeki sandalyenin sırtına ellerini koyuyorsun.
İsmini duyduğun anda beklediğin ama bu kadar yüksek olmasını beklemediğin bir alkış kopuyor, arkadaşlarla olmak ne güzel bir şey işte düşünmeden edemiyorsun...
Sahnede seninle çalma lütfunu göstermiş üç harika adama bakıyorsun, orada seninle olmaları olağandışı bir his, heyecandan söyleyeceğin iki üç lafı bile bir araya getiremiyorsun. Ama onlar senin ne demek istediğini iyi biliyorlar.
Müzik başlıyor, içinden vuruşları sayıyorsun, bu şarkı biraz sakat, nasıl başlayacağını bilemiyorsun.
Başlayamıyorsun da.
Ama önemli değil, kendine de böyle söylüyorsun, ve seni izleyenlere de gülümseyerek aynısını söylüyorsun.
Ve bıraktığın yerden devam ediyorsun, bu sefer oluyor, becerebiliyorsun.
Heyecan ve mutluluk ve olağandışılık bir birine karışıyor ve kendini müziğin ortasında buluyorsun.
Bazıları gözünün içine bakıyor, bir çoğu, bazılarıysa kendi aralarında konuşuyor gibi gözüküyorlar.
Ufak bir pürüzün ardından şarkıyı sonlandırmak için yavaşlıyorsun, arkandaki üç adama bakıyorsun, seninle yavaşlıyorlar ve müzik kesiliyor...
Bir kez daha beklediğin ama bu kadar yüksek olmasını beklemediğin bir alkış kopuyor, arkadaşlarla olmak ne güzel bir şey diye düşünüyorsun, bir kez daha.
Gecenin sonuna dek insanlarla konuşuyorsun, tanıdığın ve tanımadığın, güzel sözler duyuyorsun, yalnızca güzel sözler; çünkü öyle hoş bir yerdesin ki kötü bir şey söyleyecek olsalar bile insanlar bu düşünceleri kendileriyle tutacak nezaketi gösteriyorlar.
Gecenin sonunda aslında beklediğin ama bu kadar iyi olmasını beklemediğin bir sonla karşılaşıyorsun ve bu gecenin bir sonu olmadığını fark ediyorsun.
Gecenin sonu sandığın şey telefona gelen mesajlarla, yapılan telefon konuşmalarıyla devam ediyor. Kendini yatağa attığında bile uyuyamıyorsun, çünkü henüz hiçbir şeyin bitmediğin düşüncesi dudaklarını iki kenarından çekiştiriyor ve sen gülümsemeyi bırakamıyorsun.
Birkaç saat sonra sabah oluyor, ve her şey hala güzel...
O gecenin üzerinden birkaç gün geçse bile gece devam ediyor ve ne zamana dek süreceğini merak etmeden edemiyorsun...

3.3.12

Topukludan Düztabana

Yazılarım yine seyrekleşti.
Şu ekranın başında geçirdiğim zamana oranla gerçekten az yazıyorum.
Fakat kafam o kadar dolu ki, şu son birkaç gündür hayatımın merkezinde dönen şeyler dışında başka bir şey düşünemez oldum. Ne bir kitap okuyabiliyorum, ne de yazı yazabiliyorum.
Ders çalışmaktan bahsetmeyeceğim bile.
Aklımdaki karmaşayı durdurabilecek bir düğmeye ihtiyacım var. Şöyle her gün bir iki saatliğine aklımı sağlığına kavuşturabilmek için.

***

Bugün yine çok keyifli bir konserde yer alma fırsatını yakaladım.
Kesinlikle bir kendini beğenme duygusu gütmeden, dürüstçe şunu söyleyebilirim: Beni bıraksalar, ben orada sabaha kadar şarkı söylerim. Gerçi illa bir sahnede olmam da gerekmiyor, insanlarla bir arada olayım yeter. Şu hayatta beni bu kadar mutlu eden bir başka şey yok.

En hüzünlüsü, her seferinde, böyle güzel akşamlardan sonra eve dönüp yapacak bir sürü işe sahip olmam.
İş yaptığımdan falan değil tabii, ortada bir yarın olduğu sürece ben bir şeyleri ertelemekten vazgeçmeyeceğim; ama yine de şu tatlı huzurun bölünmesini istemezdim.

İşte böyle şimdilik...