Sayfalar

28.2.10

Shout it out loud...

Sevindiğimizde, sinirlendiğimizde, bıktığımızda;
Kısacası duygusal zirveler yaşadığımızda, bizi etkileyen şeylerin adını bağırmamız çok garip gelmiyor mu size?

"Zafer!"
"Lab report!"
"Çikolata!"
...

Bunun neden yapıldığını hiç bir zaman anlayamayacağım sanırım.
Belki bir çeşit paylaşma eğilimidir; ya da gösteriş merakı kimi zaman.
Ya da insanın o yüksek gerilimi içinden atışıdır sadece.
Belki kelimeler değildir önemli olan, önemli olan bağırabilmektir.
Kim bilir?

"But it makes me feel alive
Shout it out loud
When I'm alive
Shout it out loud"
-Oasis

26.2.10

Shuffle #2

Şu an neler hissettiğimi anlatan bir şarkı çıkmıyor diye düşünürken...

"Bugün kendimi
Kuru yapraklarla kaplı
Çıkmaz bir sokağa benzetiyorum
Sadece o sokakta
Yaşayanlar üzerimden
Gelip geçiyor..."
- Şebnem Ferah

24.2.10

Tekerrür

Geçenlerde bir arkadaşım hayatım hakkında, benim bile fark edemediğim bir şey söyledi:
"Senin hayatın tekerrürlerden ibaret."
Şaka yapıyorduk; ve oldukça da gülmüştük bu lafa.
Ama düşününce...

Kendimi sürekli içimden "bana yeni bir şey söyle" derken buluyorum.
İsimler, yüzler, çevreler değişiyor ama olayların ana fikirleri hiç değişmiyor sanırım.
Şu an bulunduğum yerde birden fazla kez durdum.
Şu an hissettiklerim daha önce hissetmiş olduklarımdan farklı değil.
Aynı cümleleri, daha gösterişsiz kelimelerle bir kaç defa daha kurdum.
O zaman da başıma gelecekleri bile bile umutlarımı korudum, o zaman da elimdeki kırık parçalara bakıp göz yaşları dökmüştüm.

Hiç birisi yeni değil anlayacağınız.

"Set me free, leave me be
I don't want to fall another moment into your gravity...
Here I am, and I stand so tall
Just the way I'm suppose to be..."
- Sara Bareilles

23.2.10

Make It Happen

Son zamanlarda başıma gelen ve benim yaptığım şeyler bana çok garip gelmeye başladı.
Bastırılmış bir ben varmış sanki de sıkılıp dışarı çıkmış gibi bir hali var. Tabi o dışarı çıktığındaysa öbür ben sıkışıp kalıyor sonra yanaklarıma hücum edip kıpkırmızı yapıyor.
Kimileri bunu utançtan, heyecandan sanıyor; oysaki o bastırılmış bir benden başka bir şey değil.
Bir biriyle yer değiştirip duruyor bu ikisi.
İki taneler mi ondan bile emin değilim doğrusu...
Ama öyle güzel bir denge buluyorlar ki içimde benim bir şey dememe kalmıyor.
Kendimi az rezil etmiyorum, potlar kırmıyor değilim ama "başıma ne geldi bir bilsen!" demediğim bir gün geçirmedim ne zamandır.

Akşam eve yürürken kafamdan şu cümle geçiyordu:
"Hayat imkansızlıklarla doludur."
Yürürken bu beyana iyi bir cevap arıyordum ve benim yerime cevabı Oasis verdi:
"You gotta make it happen,
You gotta make it happen..."

Hayat imkansızlıklarla dolu, doğru.
Ta ki onu mümkün kılana dek...

18.2.10

Shuffle #1

Blogumun üzeri toz tutmuş, ilk defa.
Hafifçe üfleyip sayfaları çevireyim dedim ben de...
Birkaç bir şey yazayım...

iPod'umun Shuffle'ı her zaman beni mutlu eden unsurlardan olmuştur.
Sanki beni tanıyormuş, ne hissettiğimi biliyormuş gibi tam ihtiyacım olan şarkıları bulmakta üstüne yoktur.
Bazen belki de o şarkıları kendime ve olaylara uyarlayan benim diye düşünsem de, iPod'umun duygusal zekasının yüksek olduğu düşüncesi daha tatlı geliyor.
Ne de olsa o benim yeşil kulaklıklı dostum.

İşte bugün karşıma çıkan, beni her defasında sözleri ve ruhuyla büyüleyen bir şarkı:
Venice Queen - Red Hot Chilli Peppers
Anthony Kiedis'in bir dostuna yazdığı şarkı. Hikayesi uzun ve güzel ama anlatmayacağım.
Sadece o mükemmel şarkının sözlerini paylaşmak istedim:

Does it go from east to west
Body free and a body less
Come again just to start a fresh
Once again to find a home
In the moment of the meantime

Dropping in coming through the mesh
Checking in just to get it blessed
Hard to leave when it's picturesque
Find a form that's free the roam
Where you coming from
Where you going

Do it all then it all again
Make it up and you make a friend
Paddle on just around the bend
Find a place where you can see
All the mamas and the papas

Take a chance on a recommend
Hard as hell just to comprehend
Disbelief that I do suspend
Easy now to find a breeze
Where you come from
Where you going

We all want to tell her
Tell her that we love her
Venice gets a queen
Best i've ever seen
We all want to kiss her
Tell her that we miss her
Venice gets a queen
Best i've ever

I know you said you don't believe
In god do you still disagree
Now that it's time for you to leave
G.L.O.R.I.A Is love my friend

Your stylish mess of silver hair
A woman of your kind is rare
Your uniform returns to air
G.L.O.R.I.A Is love my friend

And now it's time for you to go
You taught me most of what I know
Where would I be without you Glo
G.L.O.R.I.A Is love my friend

I see you standing by the see
The waves you made will always be
A kiss goodbye forever you leave
G.L.O.R.I.A Is love my friend

14.2.10

The Tired Poem

Tickings of the clocks
Tired paintings on the walls
Time is too fast to catch
For I'm tired too

13.2.10

Hoşçakal

Ben çok değer verdiğim şeyleri paylaşmaya çok çekinirim.
Çünkü bütün şarkılar, kitaplar, sözcükler sizinle kalır; ama insanlar gelip geçici olabilir.
Onları bir kütüphaneye ya da bir cd'ye sıkıştıramazsınız.
Gitmek istediklerinde, onları durduramazsınız.
Çoğu zaman.

Ve birisiyle bir şeyleri paylaştığınızda, o insan kalsa da gitse de bunu geri alamazsınız.
Seneler sonra da o şarkı size o insanı söyleyecek, o çok sevdiğiniz söz size o insanı anlatacaktır.

***

Seninla aramızda ne vardıysa,
O mükemmeliyet
Çoktan bitmişti.
Bir anıydı.
Çok güzel bir anıydı hem de.
Güneş batıp tekrar doğana dek konuşmamız,
paylaştığımız müzikler, sözcükler, tutukularımızdı.
Parmaklarımın üzerindeki parmakların, beraber çaldığımız bir melodi,
Senin bana, benim sana eşlik ettiğim o güzel şarkıydı.
Ve biz o anıyı çok seviyorduk.
O anıya öyle sıkı tutunuyorduk ki...
Hiçbir zaman kopamayacakmışız gibi geliyordu.
Hiç bir zaman kaybolamayacakmış gibi...

"Hoşçakal."

Ne kadar çok kızardım sana, bunu söylediğinde.
Bana bir daha görüşmeyecekmişiz gibi gelirdi sen böyle söylediğinde.
Sense yine de her seferinde böyle demeye devam ederdin.
Sanki bir daha görüşmeyecekmişiz gibi...

"How to save a life..."
-The Fray

12.2.10

Sevgililer Günü

Sabah aldığım günleri o çok sevdiğim uzun ince vazoya koydum ve komidinimin üzerinde yer açıp oraya yerleştirdim. Balıklarım bile akvaryum camına yaklaşıp notlarda ne yazıyor okumaya çalıştılar.

İki kırmızı,
Bir beyaz gül.

Aldığım en güzel sevgililer günü hediyesinin o içime sığdıramadığım Ördek'ten olması,
En güzel kokan gülümün tanıdığım en zarif dostumdan gelmesi,
En sevdiğim sözlerden bir tanesini okuduğumda sevinemeyişim,
Daha sonra Ördek'ten duyunca sıcacık hissedişim...

"Bunların bir anlamı var mı?"
diye düşünüyor işte insan.

11.2.10

And all at once...

The Fray'in çok sevdiğim şarkılarından biri de "All At Once".
Duyduğum en şirin şarkılardan bir tanesi ve onu bu kadar harika yapan da bana verdiği o neşeli ruh hali.
Yolda kulaklıklarımla yürürken bu şarkıya ne zaman denk gelsem kendimi bir müzikalin ortasında hissediyorum.
Arkamı dönsem binlerce neşeli insan arkamda dans ediyormuş gibi geliyor bana.
Solistin tam "And all at once the crowd begins to sing" dediği yerde gerçekten bir kalabalığın şarkı söylemeye başladığını ve dans etmeye başladıklarını hissediyorum.

Hani şu klasik sahneler vardır ya, her baş karakter sokakta başı eğik yürür, etraftaki her renk soluk ve her yüz mutsuzdur.
Sonra bir anda tüm renkler ve insanlar canlanır, çevredeki her surata kocaman bir gülümseme yayılır.
Herkes, herkes mutludur!

İşte öyle bir şarkı bu.
Ve sözleri öyle güzel ki!
"Üzülme," diyor "Olur böyle şeyler."
Ve bunu öyle tatlı bir melodiyle söylüyor ki "Ya.. Ya doğru söylüyosun aslında!" demek zorunda kalıyorsunuz. Ve o dans eden kalabalığın en ortasında, siz çılgınlar gibi dans ediyorsunuz!
Herkes, siz dahil, herkes mutlu!

"Maybe you want her maybe you need her
Maybe you started to compare to someone not there
Maybe you want it maybe you need it,
Maybe it's all you're running from,
Perfection will not come

And all at once the crowd begins to sing
Sometimes
We'd never know what's wrong without the pain
Sometimes the hardest thing and the right thing are the same"
-The Fray

9.2.10

Birçok Şey

Kendimi boşlukta hissettiğim günlerden birtanesini geçiriyorum.
Her şey üst üste gelmiş gibi hissediyorum,
Ama aslında "her şey" üst üste gelmedi.
Ve "her şey" üst üste gelmediği için bu kadar dertli olmamam gerekiyormuş gibi hissediyorum.
Sadece birçok şey üst üste geldi.
Ama bu yine de beni çok yoruyor.
İçimdeki bir parçanın "O kadar da kötü değil," dediğini duyuyorum.
Bu bir gelişme,
Bu güzel.

Yine de insan bahane arıyor sanırım bu tip şeyler için.
Ne garip.

"A little bit of heaven
But a little bit of hell..."
- Mika

6.2.10

Son günden bir öncekisi

Sağımda son 9 sayfasını okumaya üşendiğim bir kitap; cevaplarını düşünmeye çalıştığımda beynimin, yazmaya çalıştığımda ellerimin zorlandığı bir başka kitabın ödevi.
Solumda Pazartesi günü çantama nasıl sığdıracağımı merak ettiğim bir kitap/defter dağı.
Nasıl oldu, nasıl bitti bu tatil anlamadım.
Yapamadığım, yapmadığım o kadar çok şey var ki.


Zaman hep tam ihtiyacınız olduğu zaman biter zaten.
Ya da;
Zamana hep tam biterken ihtiyacınız olur.

"We waste the time, they treasure dear
My only thought is that they could be right"
- Travis

4.2.10

Sabah Atıştırması

Bu sabah çok bıdık bir arkadaşımdan şu mesajı aldım:
"Bugün şekere HAYIR diyoruz! HADİİ YAPABİLİRİZ!"

Beni her sabah kahvaltıdan sonra yediğim Nutella'dan ve geri kalan çikolatalı besin araştırmalarımdan alıkoymayı başardı.
Ama annemle dün gece yaptığımız küçük çikolatalı kurabiyelerden iki tane yemeden duramadım.
Yine de Nutella yememiş olmam çok büyük bir başarı.

Kendime başarılarımın devamını diliyorum!

3.2.10

Fon Müziği

Hayatımın fon müziği olsaydı keşke..
Gittiğim her yerde çalsaydı.
Adımlarımı onun temposunda atsaydım..
Belki sözleri kendimi anlamama yardımcı bile olurdu.

Hayatımın fon müziği olsaydı keşke...

"I got lost
In the sounds
I hear in my mind
All these voices
I hear in my mind all these words
I hear in my mind
All this music..."
- Regina Spektor

1.2.10

The Winter Poem

Beneath me lies the cold,
The pure and the white
Beneath me lies an angel
Wings spread under my arms
There’s nothing to see above
Just the deep grey,
Shedding its last grieves
I watch them fall upon me
Cover me, hide me
I listen to the silenced day
Hear a car passing from far away
A mother scolding her child
A daughter pleading to stay
I squeeze my frozen hands
To feel the soft flakes heal me
Heal my burning life
I still don’t want to believe
Next winter, I’ll be gone.

pipe dreams

Ertesi Günü

Peki bu günübirlik harika bir kayak macerasının ertesi günü vücudun her yerinin ağrıması olayı nedir?
Bu bi tür "oh olsun sana!" mesajımıdır?
Neden bana oh olsundur ki?

Kendi halimde, yavaş yavaş kaydım işte.
Kimseciklere nispet de yapmadım, o hızla kayağımın ucundan geçen ve üstüme kar püskürten amcalar gibi.

Hızla kayağımın ucundan geçen ve üstüme kar püskürten amcalar...
Hiç sevmiyorum sizi!