Sayfalar

30.10.10

Zaman Yaratmak

Bir süper kahraman olsaydım, özel gücümün ne olmasını istediğime karar verdim:
Zaman Yaratmak.

Çünkü zaman asla asla asla yetmiyor.
Her şeye geç kalmış gibi hissediyorum kendimi.
Sanki her saniye geç.
Sürekli bitiyormuş gibi geliyor.
Hiç "ne çok zamanım var" dediğimi duymadım şimdiye kadar, inanarak en azından.

Saatleri daha sık geriye almamız gerekiyor bana kalırsa...

29.10.10

Kırksekizsaat

Son iki gündür;
çok ıslandım,
çok ama çok üşüdüm,
neredeyse donuyordum,
soğukta daha da çok muhtaç olduğum kahveler içtim,
gerçekten değer verdiğim insanlarla vakit geçirdim,
hayatımdaki en güzel konserlerden bir tanesine gittim,
konserine gideceğim müzisyenin arka masamda yemek yemesini dinledim,
gelecek ile ilgili planlarıma yeni boyutlar kazandırdım,
güzel bir akşam geçirebilmek için çok fazla şeye ihtiyacım olmadığını öğrendim,
insanın dostları yanındayken daima evde olabileceğini fark ettim,
yarım yamalak uykularla inanılmaz dolu günler geçirdim,
aptal aptal notlara üzülüp aptal aptal notlara sevindim,
bunların bir önemi olmadığını kendime hatırlatmakta direttim,
o gerçekten değer verdiğim insanlarla çok eğlendim,
kendime unutulmaz anılar yarattım,
sıkı hayaller kurdum,
büyülendim,
mutlu oldum.

Ben bu iki günün başarılı geçtiğine inanıyorum.
Cuma'nın bu ilk saatlerinde "İyiki" ile başlayan cümlelerimin sebebi de bu işte...

24.10.10

Dream vs. Reality

Siz de çok güzel, neredeyse masalsı, bir günün ardından; gerçek hayat ve tüm sorumluluklarınızla yüz yüze geldiğinizde, kendinizi çok kötü hissetmiyor musunuz?

23.10.10

Bıraktığınız Gibi

Uzun süredir görmediğim arkadaşlarımla buluştuğumda "Eee neler oldu, anlat!" sorusuna verebilecek güzel bir cevabım olsun istiyorum.
"Bıraktığın gibiyim," demek ağırıma gidiyor...

"El arte es un arma cargada de futuro"

20.10.10

Balık Olsam, Uyusam...

İşlerimi geciktirmek için bahaneler ararken balıklarımı uzun süredir izlemediğim aklıma geldi.
Akvaryumun dibinde öylece duruyorlarken, ışıklarını yaktım ve ışığı yakmamla birlikte akvaryumun en köşesine kaçmaları bir oldu.
Oldukça sade bir akvaryumum olduğunu belirtmemde fayda var sanırım, içinde çakıl taşları ve birkaç deniz kabuğundan başka hiçbir şey yok..
Muhtemelen de bu yüzden birbirlerinin arkasına saklanabilmek için en köşeye yerleşmek için kavga etmeye başladılar.

Uykularını böldüğümü anlamam biraz zaman aldı.

Işıklarını kapadığım halde, hala en köşede yan yana duruyorlar.
Balık olup aralarına giresim, orada öylece uyuyasım var...

16.10.10

Tozu üstünde müzikler..

Bundan sadece bir iki sene önce hiç durmadan dinlediğim, bilgisayarıma format atılmadan önce iTunes'umun en tepesindeki şarkıları dinliyorum bugün...

Bu kadar zamandır onları neden dinlemedim bilmiyorum.
İçinde olduğum "yeni müzik keşfetme" tutkusuyla alakalı sanırım.
Biraz da üşengeçlik ve alışılmışlık var işin içinde..

Biraz da korku sanırım.

Kendime şimdiye kadar yeni anılar yarattım, ve o sırada düşündüğüm birçok şeyi unuttum bile; ama şarkıları dinlediğimde, o zaman düşündüğüm şeylerin hepsi aklımın içinde saklandıkları yerlerden çıkıyorlar..
Durumumu anlatmak için kelimeleri toparlayamadığımı fark ettim ama şunu söyleyebilirim:
Çok garip bir duygu,
Ve şarkılar gerçekten çok güzel...


"You're a fool though, why you feel so bad
Where is the life you once had?
And still this hollow feeling grows and grows
The way you want it to.."
- Keane

15.10.10

Çikolata Kokusu

Eve alınan çikolatalar ortada durduklarında ömürleri oldukça kısaldığı için, saklanıyorlar.
Ama durum şu ki: nereye saklanmış olurlarsa olsun, onları bulabiliyorum.
Bir çikolata krizine (ki neredeyse her gün bir tane yaşıyorum) kurban gidiyorlar...
Babamın bu konu üzerinde güzel bir yorumu var: çikolatanın kokusunu aldığıma inanıyor.
Mantıksız da değil hani...

Birkaç gün önce benim isteğim üzerine çikolata alındı, ve benim isteğim üzerine saklandı.
Birkaç gün önce yine çikolata krizine girdim, ama mutfaktaki kahveli-çikolatalı drajelerin varlığı Milka'ları aramaya olan isteğimi azaltıyordu.
Anı özetlemek gerekirse: mutfakta bir elim drajelerin olduğu dolabın kulpunda, diğeri alnımda; ne yapmam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum.
Babam bu durumu fark edip "Kızım, ne yapıyorsun?" dedi.
"Bu drajelerin kokusu radarımı etkiliyor, diğerlerinin kokusunu alamıyorum..." dedim.

Bugün bu hikayeyi bu blogu takip eden sayılı insanla paylaştım; ama buraya yazıyor olmamın bir sebebi daha var:
Milka'ların yerini buldum...

Birileri beni durdursun...

13.10.10

Bir Kez Daha

Her şeyin değişeceğine kendimi bunca zamandır bu kadar inandırmışken, herşeyin aynı kalacağını bilmek beni mutsuz ediyor.
Haklı bir mutsuzluk bu.
Umutlu olmamı öğütlüyorlar; sanki önceden umutsuzmuşum gibi.

Bir yerlerde şöyle bir kitap ismi okumuştum: "Niagara Falls All Over Again"
Durumu özetliyor bence...

9.10.10

How We Met

“Remember that party Jake and Daisy introduced us?”
She lowered the newspaper from her face and gave him a gentle look above her reading glasses, “I do,” she said and smiled “that was the day we first met.”
“Well, it really wasn’t.” He turned to face her with a cup of coffee in his hands, a light steam coming out of it.
“I’m pretty sure it was. I remember it so well. Jake and you were discussing something about the last football match and that was when Daisy brought me to introduce us.”
“Because you were doing a thesis on the 18th century architecture and she thought it would be a good idea for you to take an architect’s opinion on it. I remember it too.”
“Then you remember that you mumbled on 18th century churches and we ended up talking about Jake and Daisy’s wedding?”
He gave a short laugh, “That’s not the point.”
“The point is, that was how we met.”
“Not really.”
“Then how did we meet?” She took her glasses off and crossed her arms over her chest, giving him a mocking yet sincere look.
“Two years before that,” he said and sat a chair, facing her. He took a long sip from his coffee as she kept looking at him, wondering. “We met at Becky’s.”
“Becky’s the coffee shop?”
“Becky’s the coffee shop.”
“The one two blocks away from my university?”
“That one.”
She looked puzzled but she didn’t intend to give in so easily, “Go on.”
“For a project I had at the time, I was doing sketches of that Victorian Church, the one right-”
“Right across Becky’s.” A wide smile started to spread on her face; she knew where this was going.
“And there you were, sitting at a table in the front corner. You were reading Hume.” He paused, staring at his coffee; he looked as if the memory was playing in his head. “And you looked so beautiful through that glass window. I couldn’t help but stop and watch you for several minutes… Until you reached for your coffee and looked up. You saw me, standing there, watching you. All I could do was to smile clumsily. Then you smiled back, for an instance, no longer than couple of seconds; but it was there, lingering on your thin pink lips.”
She didn’t want to admit but the words seemed to escape from her mouth, “I don’t remember that.”
“I know,” he said and smiled at her.
“On the other hand, that doesn’t mean we met, does it?”
“Well, I wasn’t finished,” he explained and continued “When you lowered your head to read your book, I went into the shop and sat at the table right beside you. I asked you about Hume and you started telling me all sorts of things. Philosophy, literature, architecture… Then you realized you were talking too fast, and that you were talking too fast to an absolute stranger; so you put out your hand and told me your name, I told you mine and we shook hands, while laughing much too loud due to the tension. That’s how we met.”
She was staring at him with great amazement, “That never happened.”
“But it did.”
“I think I would remember something like that.”
“I don’t think so.”
“Oh, really?”
“It’s because you weren’t exactly there.”
“What does that supposed to mean?”
“All that while, you were inside Becky’s, reading Hume; and I was outside, watching you,” he said, putting his hand on hers, lying on the kitchen table.
She held his hand and gazed into his still-sparkling eyes, “After all these years, do you really think it matters?”
“No,” he said, caressing her hand “but that’s how we met.”


08.10.10

8.10.10

Shuffle #10

"Love is all there is, it makes the world go around
Love and only love it can't be denied
No matter what you think about it
You just won't be able to do without it
Take a tip from one who's tried.

So if you find someone that gives you all of her love
Take it to your heart, don't let it stray
For one thing that's certain
You will surely be a-hurtin'
If you throw it all away."
- Bob Dylan


***

Bob Dylan şarkılarını yağmurlu günler için yazmış olabilir mi?

7.10.10

Pipedreams'in Öyküsü

Daha önce gerçek hayatta hayal ettiğiniz şeylerin asla tam anlamıyla gerçekleşemeyeceği ile ilgili bir şeyler yazmıştım.
Düşünüyordum da,
Önüme bir kağıt alsam ve bu kağıda kurşun kalemle yaşamak istediğim hayatı yazabilsem;
beğenmediğim yerleri o çok sevdiğim yumuşak silgiyle silebilsem, arkasında iz bile bırakmasa.
Kağıda yazdığım herşey birebir gerçek olsa...

Ne yazardım tam olarak bilmiyorum; kafamda ufak da olsa bir plan var.
Öykümün ana hatlarını şimdi bile yazabilirim.

Öte yandan, sanırım herkes kendi için bir öykü yazacak olsa, aynı dünyada yaşamamız mümkün olmazdı.
Etrafımdaki karakterlerin hepsini ben yaratmış olurdum.
Bu öyküye dair herşeyi biliyor olmak belki de o kadar güzel olmazdı?
Belki de bir süre sonra sıkılırdım bile?

Sonuçta, insanı herşeyden çok mutlu eden tesadüflerdir, değil mi?
Kendime, başını sonunu bildiğim tesadüfler yaratmanın ne anlamı olur ki zaten?

Bu yazıya kendi öykümü yazabilsem ne güzel olurdu, düşüncesiyle başlamış olmama rağmen; o kadar da harika olmayacağını fark ediyorum sanırım.
Böyle bir seçeneğimin olamaması daha iyidir belki; çünkü eğer seçebilseydim muhtemelen kendim yazabilmeyi seçerdim.
Ve bir gün, bir yerlerde pişman olurdum..

4.10.10

M

Birinin aklınızdan geçen her şeyi,
sizin asla yapamayacağınız bir şekilde,
kelimelere dökmüş olduğunu hayal etmeye çalışın.
Ve bu insanı hiç ama hiç tanımadığınızı;
sizden kıtalar, denizler uzakta olduğunu.
Bu kadar uzak olmasına rağmen;
yanı başınızdaki insanların duyamadığı düşüncelerinizi duyabildiğini,
hayal edin.

3.10.10

"I know we're lost but soon we'll be found.."



Pazarlardan Bir Tanesi

2 buçuk saattir uyanığım.
Annem bir saat kadar önce müziğime uyanıp "Neden bu kadar erken kalktın?" dedi.
"Uykum bitti," dedim.
Güldü, yatağına döndü.
Bunun dışında bu sabah yalnızdım.
Kings of Convenience dinleyip internetten resimlere baktım. Kuşburnu için kafamda bir plan var, onu düşündüm biraz. Kendime birkaç defa "ödev yap" komutunu verdim. Gerekli yerlere ulaşmadı bu komut. Çok üstünde durmadım. Birkaç insana sanal ortamlardan laf yetiştirdim. Ayaklarım üşüdü, kalın çoraplarımı giydim. Kuşburnu ve Mervyn'in (Dream Endless) bloglarına göz attım. İkisi de dün gece hızlarını alamamışlar anladığım kadarıyla. Bu ayın tiyatro oyunlarına göz attım. Birini gözüme kestirdim, bizimkilere bir mail attım. Biraz düşündüm. Burnumu sildim belli aralıklarla.
Pazarlardan bir tanesi de böyle başladı işte.
Bakalım ne olacak...

"Home, home, where I wanted to go"

Benim evim odamdır.
Salonda babam ve annemle otururken, "ben evime gidiyorum" deyip kalkarım ve odama giderim.
Böyle bir şey işte.