Sayfalar

30.7.10

Mike Teevee

Az önce bir filmi tersledim.
Ama şu kafayı ve eli senkronize bir biçimde kıvırarak yapılan tersleme hareketiyle.

Çok fazla televizyon izlediğimi düşünenler?

28.7.10

Kafamın İçinde Neler Oluyor Sendromu

Hepimizin kafasında birden çok şey dolaşıyor değil mi?
Bazı şeyler bağırıyor ve buldukları her kelimeyi oraya buraya fırlatıyor; bazı şeyler de daha sessiz, daha sakin takılıyor. Bu sakin olanların da huyu, gürültücü olanlar soluklanmak üzere durduklarında utana sıkıla "Ben de burdayım," demek. Çok yüksek sesle söylemiyorlar tabii ama sessizlik olduğu için hafif bir yankı ekleniyor falan derken, rahatsız edici bir noktaya ulaşabiliyorlar. Zaten yankı bitene kadar da diğerleri soluklarını almış ve güçlerini toplamış oluyor. Sonra hengame tekrar başlıyor.
Hepimizin kafasında bunlar oluyor, değil mi?

26.7.10

"Ben o çocuktan bitane istiyorum!"

Dün gittiğim konserde iki tane ufaklık mekanın dışındaki koltuklarda oyun oynuyorlardı. Ben de içerideki basık havadan bunalmıştım zaten, onlarla konuşmaya gittim.
Hayatımda gördüğüm en sempatik iki erkek çocuk.
"Müziği sevdiniz mi?" dedim.
Bir süre yüzüme öylece baktılar, yüzlerinde komik bir gülümseme vardı.
"Boşverin, ben de pek sevmedim." dedim.
Büyük olan "Hayır, ben sevdim!" dedi ve tam o sırada grup yeni şarkıyı çalmaya başladı. Müziği duydukları gibi koltukların üzerinde zıplamaya ve dans etmeye başladılar.
Sonra baktılar ben gidiyorum, benim yanıma gelip dans etmeye başladılar.
Şarkı bittiğinde tekrar koltuklara çöktüler ve suratlarındaki o komik gülümseme hala duruyordu.
Konser bittiğindeyse eve götürmek üzere babaları geldi.
Küçüğü kucağına aldı, büyüğünde elini boştaki eliyle tuttu ve beraber yürümeye başladılar.
Heralde hiç bu kadar iki erkek çocuğum olsun istememişimdir.. :)

(Kuşburnu'na ithafen)

24.7.10

Shuffle #6

"On the floor of Tokyo
Or down in London town to go, go
With the record selection
With the mirror reflection
I'm dancing with myself

When there's no-one else in sight
In the crowded lonely night
Well I wait so long
For my love vibration
And I'm dancing with myself

Oh dancing with myself
Oh dancing with myself
Well there's nothing to lose
And there's nothing to prove
I'll be dancing with myself

...

So let's sink another drink
'Cause it'll give me time to think
If I had the chance
I'd ask the world to dance
And I'll be dancing with myself
I'll be dancing with myself"
- Billy Idol
*

*kişisel tercihim Nouvelle Vague cover'ı ama..

***

Her yalnızlık, mutsuz değildir..

23.7.10

Gelecek

Geleceğe dair tonlarca hayalimin olması; ve benim hiçbiri için hiçbir şey yapmamış olmam;
sizce de çok yanlış değil mi?

Yaşadığım telaşı ve hissettiğim korkuyu anlamanız sanırım imkansız.
Şu ana kadar yaptığım ve başardığım herşey bu kadar kolay mıydı yani?
Çünkü hiç bu kadar stres yaptığımı hatırlamıyorum...

İşin kötüsü de, birkaç gün sonra "hayat çok kısa" ve ya "dünya da daha önemli ve büyük şeyler" dönüyor mentalitelerine kapılıp; hiçbir şey yapmayışımı anlayışla karşılayacak ve yeni bir yazı daha yazacağım. O anı takip eden diğer günlerde ise aklıma yine aynı şeyler takılacak ve ben yine üç buçuk atacağım.

Dengesiz olmak var, dengesiz olmak var.

İnsanların don değiştirdiği gibi hayata bakış açımı değiştirmeyi bırakmam gerekiyor sanırım...
(Böyle söyleyince ben don değiştirmiyormuşum ya da insan değilmişim gibi duyuluyor, herneyse..)


Sürekli hiçbir şeyin imkansız olmadığını duyuyoruz.
"Kafana koyarsan olur"
"İstersen yaparsın"
"Sen iste herşey çok güzel olur" falan filan.
Bunun doğru olduğunu biliyorum.
Tabii ki şansla alakası var, daha önce okuduğum kitabı (The Outliers) uzun uzun anlatmıştım.
Ama istemekle de alakası var; ve risk almakla; ve zaman ayırmakla.
İnsanın bunları anlaması gereğinden uzun sürüyor.

İşte benim için de böyle olmasını istemiyorum.

22.7.10

Daha saat 5 bile değil!

Videoların yüklenmesini beklerken okuduğum kitaba göz atma faslı sona erdi.
Üç gün içerisinde 22 bölüm izledim.
O nasıl bir finaldi öyle.

Şimdi geceleri bir yandan basit gençlik dizileri izleyip bir yandan müzikal şarkıları dinlemem gerekiyor ki, yerini doldurabileyim.
OF.

21.7.10

Hole in My Pocket

O kadar da zor değilmiş aslında.
Birisi sizi gerçekten kırdığında o insanı sevmeyi bırakabiliyorsunuz.
Yeterli mesafe ve zamanın yardımıyla üstesinden gelinebilir bir durummuş meğer.
Unutmaktan bahsetmiyorum tabii.
Sevgiden bahsediyorum.
Çünkü değer verdiğiniz insanlardan daha çok hafızanızda yer eden birileri varsa onlar da bir zamanlar çok sevdiğiniz ve sizi gerçekten kıran insanların ta kendisi oluyorlar.
Sırtınızı yaslayıp kendi kendinize kalabildiğiniz anlarda, kafanızın bir köşesinde -ruh haline uygun şekilde- anılar beyaz bir perde de ardı ardına oynuyor.
"Ne olurdu?" sorusu, mesela, asla yok olmayan bir soru.
Ama sevmeyi bırakabiliyorsunuz.

Sevmeyi bırakabiliyorsunuz.

"Way down, in New York town
Thinking about the way she loved me
There's a hole in my pocket
That's about her size
But I think everything
Is gonna be alright
Yes I hope everything
Is gonna be alright"

- Joshua Radin

20.7.10

"I bet de Carabas knows."

"The Marquis de Carabas raised an eyebrow. 'Well?" he said, irritably 'Are you coming?'
Richard stared at him for a heartbeat.
Then Richard nodded, without trusting himself to speak, and stood up. And they walked away together through the hole in the wall, back into the darkness, leaving nothing behind them; not even the doorway."
(Neverwhere - Neil Gaiman)



***

Ben de İstanbul'un altında başka bir İstanbul -daha önce hiç hayal bile edemediğim bir şekilde büyülü bir İstanbul- olduğunu bilseydim, acaba o kapıdan içeri girer miydim?

"Find. Me. Somebody to love!"

Ya da hiç uğraşmayın.
Çünkü ben buldum bile.
Finn Hudson

Heryerde adını duyuyordum falan da; sonunda bugün aklımı reklamındaki a capella Rehab'le çaldı.
Sonunda Glee'yi izleme fırsatı buldum.
Ve arka arkaya beş bölüm izlemenin (üstüne üstlük altıncı bölümün yüklenmesini bekliyor oluşumun) verdiği bir gururunu yaşıyorum.
İlk bölümün ilk dakikasından itibaren kahkahalarla gülüyor, her şarkıdan sonra içten bir "Yuh!" ya da "Oha!" demeyi ihmal etmiyorum.
Gerçekten aşırı hoşuma gitti.
Hani öyle oturulup üstüne tartışılacak ya da derin anlamlar çıkarılıcak bir dizi değil; ama gülmek ve keyif almak için birebir.
Şu an saat 4.24 ve inanın hiç uykum yok -gün boyunca seyahat ediyor oluşumu da göz önünde bulundurursak, bu oldukça başarılı.

Neyse ne diyordum?
Glee.
Kahkaha atmak isteyen herkese önerilir.

Not: Finn Hudson. Galiba aşık oldum.

19.7.10

Evimdeyim!

Sonunda!

Tatili, Assos'un havasını, kumsala üç adım uzaklıkta olmayı seviyorum.
Kafamı kaldırmadan kitap okumayı, her akşam taze nefis balıklar yemeyi, her sabah dondurmaları mideye indirmeyi seviyorum.
Bir grup deli insanla olmayı seviyorum.
Birkaç aklı başı insanın bana bu delilikte eşlik etmelerini seviyorum.
Her gece şezlonga uzanıp önce dalgaları sonra en sevdiğim şarkıları dinleyerek gökyünü seyremeyi, kayan yıldızları takip etmeyi; ve nasıl yıldızları yakalayabileceğimi Papates'le planlamayı seviyorum.


Tabii ki seviyorum!


Ama inanın evimi, bu dört duvar arasında yarattığım dünyayı da çok seviyorum.
Ve doğrusunu söylemek gerekirse:
Çimen yeşili duvarlarımı, yumuşacık halımı, okuduğum-okuyacağım kitaplarla ve dinlediğim-dinleyeceğim albümlerle dolu kütüphanemi kokumun sindiği, bildiğim en rahat yer olan yatağımı çok özlemişim.

Evimdeyim!

"There is a house built out of stone
Wooden floors, walls and window sills
Tables and chairs worn by all of the dust
This is a place where I don't feel alone
This is a place where i feel at home"

- The Cinematic Orchestra

15.7.10

The Oracle Night

"'Thoughts are real,' he said. 'Words are real. Everything human is real, and sometimes we know things before they happen, even if we aren't aware of it. We live in the present, but the future is inside us every moment. Maybe that's what writing is all about, Sid. Not recording events from the past, but make things happen in the future.'"
(The Oracle Night - Paul Auster)


***
İlk Paul Auster kitabımı da okumuş oldum.
Sanırım kendime kitaplarında kaybolabileceğim yeni bir yazar buldum..

13.7.10

Shooting Star

Denizden bir kaç adım uzaktaki şezlonglardan bir tanesinde uzanıyorum.
Gözlerimi gökyüzünden ayırmadan iPod'umdaki müzikleri dinliyorum.
Başka bir yerde, hele İstanbul'da bu kadar yıldızı bir arada görmeniz sanırım imkansız.
Jason'ın öğrettiği kadarıyla büyük ayıyı arıyor, sonra vazgeçip nasıl bu kadar uzak olup bu kadar parlak olabildiklerine şaşarak izlemeye devam ediyorum.
Ve işte nefis bir şey oluyor tam o sırada.
İçlerinden bir tanesi daha da çok parlıyor; sağa doğru incecik bir çizgi bırakıp, tekrar -son kez- sönüyor..
Gece 01.18.
Daha önce hiç bir yıldızın kaydığını görmediğimi itiraf etmeliyim.
Ve gördüğüm en güzel, en zarif ve büyüleyici şeylerden bir tanesiydi sanırım...

9.7.10

Roman Okuma Sanatı

Şu sevilen romanların son 80 sayfasının su gibi okunmasını,
Bitince kapağı kapatıp kucağıma koymayı,
Derin bir nefes alıp öylece biraz durmayı,
Kapağına bakıp nasıl hissediyorsam ona uygun yüz ifadelerimle kapakla bakışmayı,
Tekrar derin bir nefes alıp ayağa kalkmayı,
Ve romanı rafta beğendiğim bir yere koymayı;
Günün kalanında -ve atlatamazsam ilerleyen bir kaç günde daha- karakterlerini ve olayları düşünmeyi,
çok seviyorum!

7.7.10

Griffin & Phoenix

İzlediğim en,
en en en en en en en
en güzel romantik film.

Masamın üzerinde ilk izlediğimde adını yazdığım post-it duruyor hala.
Sarısı sönmüş bir post-it.
Ama her gördüğümde, ne kadar sevdiğimi hatırlatıyor.
Ve aşkın ne kadar güzel olduğunu...



Gidilemeyen Konser Sendromu

Yann Tiersen konserini tatile gittiğim için kaçırmam yetmiyormuş gibi bir de Oi Va Voi konseri yalan oluyor..
Efenim Oi Va Voi 40 yılın başı Türkiye'de konser vermeye geliyor!
Ve bilin bakalım gele gele nereye geliyor?
Çeşme, Babylon AyaYorgi'ye.
Çeşme'yi sevmiyor değilim, ama ne olurdu geleneğe uyup İstanbul'a gelselerdi?

Bir ihtimal Ördek'i ve annesini kandırabilirsem onlarla beraber gidebiliriz diye umuyorum.
Ama bu program çok komplike olacakmış gibi de geliyor..
Oof of..

228

"One day, I'm going to figure you out."
"I don't think so. If you haven't done it yet, it just might be beyond you."
(The Last Song, Nicholas Sparks)

6.7.10

Top Ten Things You Don't Want to Hear From Your Child

Talihsiz Serüvenler Dizisi

Bugün başıma gelen talihsizliklerin bir listesi (liste dün geceden başlıyor):
  • iPod'umun şarjı bitti ve bir daha da açılmadı.
  • Sabah uyanamadım bu yüzden kahvaltımı ederken bir yandan giyiniyordum
  • Bahsettiğim Botero müzesini gezmek için Pera Müzesine gittik, ve kapıdan geri döndük: neymiş? Pazartesi günleri Pera Müzesi kapalıymış
  • Atlas Pasajını ararken kaybolduk (?)
  • Bir iki T-Shirt için kazıklandık
  • Body Worlds'ün yerini bulana kadar güneş altında eridik
  • Çocuk kategorisine giriyormuşuz meğer, öğrenci bileti alıp bir de ona kazıklandık
  • İşimiz uzun sürdü, müzeden biraz geç çıktık ve adam gibi hiç bi film bulamadık
  • Çok da bayılmadığımız bir filme yetişebilmek için koşturduk ama gittiğimizde "seansın iptal olduğunu" söylediler
  • Çocuk filmine girdik
  • Film arasında bi arkadaşıma mesaj atarken telefonum kitlendi
  • Film düşündüğümüzden erken bitti ve Dream'in gitmesi gerekti: Telefonsuz ve saatsiz ortada kaldım
  • Ve günümün highlight'ı: En sevdiğim kahveyi elime almıştım ki iki adım sonra ayağım kaydı ve yere serildim
Şimdi de şu listeye bi bakalım:
  • İnanılmaz güzel bir film izledim (Whatever Works)
  • İlk defa otobüse zamanında yetiştim; ve oturabildim bile
  • Tam zamanında vardım
  • Robinson Crusoe'da gezicek vakit bulduk: Edgar Ellen Poe'nun toplama bir şiir kitabını aldım; başka bir kırtasiyeden iki harika kart aldım koleksiyonuma eklemek üzere
  • Harika bir Rolling Stones t-shirt'üm oldu!
  • Yeni bir yemek yeri öğrendim
  • Body Worlds denen o akıl almaz sergiye (ya da artık o ne ise) gidebildim ve sindire sindire heryeri gezdim
  • Toy Story 3'ü izledim ve İspanyol Buzz Lightyear'ı deneyimledim
  • Normalde self-servis olan bir mekanda en sevdiğim kahve önüme servis edildi, ilgilenildim
  • Gün boyu yürümüş olmanın rahatlığı ile en sevdiğim şekerlerden yedim
  • Ve günümün gerçek highlight'ı: Dream'le harika bir gün geçirdim!


***

Şu klişeleşmiş dolu bardak, boş bardak, bardaktan boşanırcasına yağmak muhabbetlerine hiç girmeyeceğim.

Sadece günümün bu kadar artı ve eksilerle dolu olması beni şaşırttı.
Evren kendi kendine bir mesaj vermeye çalışıyormuş gibiydi.

Ben günün sonunda kendimi o kahvenin ortasında, halıyla burun buruna bulduğumda hala gülebiliyordum.
İnanın sebebini bilmiyorum.
Sebebi çok da önemli değildir heralde.

Sadece "iyimser olmak böyle bir şey olmalı," diye düşündüm ayağa kalktığımda.
Ve gerçekten güzel bir histi.

4.7.10

the man i will marry

Bakın Dream Endless ne bulmuş:




(Not: Dream Endless nerdesin? Blog'un niye kapalı? Yarın hesabını sormayacağımı mı sanıyorsun?)

3.7.10

Good Bye Lenin!


Pipedreams'in klasiklerinden biri de dizilerin ya da filmlerin müziklerini daha dizinin/filmin kendisini izlemeden biliyor olmasıdır.
Ve beğendiği takdirde oturur diziyi/filmi izler.

"Good Bye Lenin!" de işte o filmlerden bir tanesi.

Bu filmin müziklerini Yann Tiersen'in yaptığını söylemem birçoğunuza yeterli olacaktır sanırım.
Önceden müziklerini dinlemiştim ama filmi bugün izledim.
Durum şu ki filmden gerçekten çok etkilendim, ama tam olarak çözmüş değilim.
Belli bir zaman sonra tekrar izlemeyi düşünüyorum, ama en çok istediğim filmi izlemiş birileri varsa onlarla oturup uzun uzun konuşmak..
Kısacası aklınızda bulunsun,
İzlediğinizde ben buralardayım...
(Not: 11 Temmuz'daki Yann Tiersen konserine gidemiyorum çünkü aynı tarihte tatile çıkıyor olacağız. Bunu bir kaç gün önce öğrendim ve o andan beri oldukça üzgünüm. Giden herkes benim için de tadını çıkarsın ve bir hayırsever lütfen Le Moulin çalarken beni arasın...)

2.7.10

Answering Machine #5

"Dude! I got us tickets for the Iron Maiden concert! And listen to this: they are... V-I-P TICKETS! V-effing I-P TICKETS! Dude, you gotta call me back! A-S-A-P! WHOOAAA!"