Sayfalar

sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29.5.12

İçimden Gelen.

"Kalbimde bir şarkı tınladı,
İçinde yalnız sen ve o vardı..."

Bu sözlere şans eseri bugün rastladım.
6 Haziran'da Galatasaray Lisesi'nin festivalinde performans verecek olan BİZ grubuna ait sözler.
Bu grubu bugün bulmam kaderin bir cilvesi olsa gerek, çünkü gerçekten güzel şeyleri keşfetmeye ihtiyacım vardı, kafamı dağıtabilmek için.

Türkiye'de güzel indie müzik yapılıyor mu? sorusunu kendi kendine soran bir tek ben miyim bilmiyorum ama bugün cevabımı bu grup sayesinde almış oldum: Evet.

Kendileri kült alternatif şarkıları cover'lamakla kalmıyor (Bkz: "Aklım Nerde?" Where Is My Mind - The Pixies) yepyeni albümlerinde kendi bestelerini de yapıyorlar.
Az sonra ise Death Cab For Cutie tadında bir bestelerinin pamuk şeker esintili klibini göreceksiniz.
Gözlerinizi kapama arzusuna direnip, videoyu izlemenizi tavsiye ederim.


Beğenenlerle 6 Haziran'da Galatasaray'da görüşürüz belki...

14.4.12

Musician in the Rain

Google'ın değişen yazısını hala görmediyseniz sizi google.com'a davet ediyorum.
Sebebinin "Robert Doisneau"nun 100. yaşını kutlamak olduğunu göreceksiniz.
Paris sokaklarında, café'lerinde, okullarında ve tuvaletlerinde Leica kamerasıyla sayısız fotoğraflar çeken Fransız bir fotoğrafçı kendisi.



100. yaşını burada kutlamamızın en önemli sebebi ise benim çoktan unutmuş olduğum bir gerçeği google'da Doisneau'yu araştırırken yeninden öğrenmiş oluşum.
Son üç senedir resmimin yanında duran ve şemsiyesiyle çellosunu yağmurdan korumaya çalışan müzisyenin resmi de Doisneau'nun bir eseri.


İşte bu sebeple kendisini ve büyülü anları yakalamakla geçirdiği hayatını, hem kendime hem de sizlere hatırlatmak istedim.

"A hundredth of a second here, a hundredth of a second there -- even if you put them end to end, they still only add up to one, two, perhaps three seconds, snatched from eternity."
- Robert Doisneau

16.8.11

İlerde...

...nostalji ve
aslında kendisini arayan
bir gencin
şans eseri bulduğu
bir sahafta
tozlu bir ton paloroid, kartpostal, resmin arasından
-hepsine tek tek baktıktan sonra-
özenerek seçip
uzun uzun bakıp
bir şeyler anlamış
ya da bir şeylerin farkına varmış
ya da bir şeyleri hatırlamış gibi
kendi kendine
gülümsediği
ve bir iki bozukluk karşılığında alıp
en sevdiği kitabın
arasına koyduğu
o fotografta olmak isterdim...


Döndüğümde kim benimle Kadıköy'e geliyor?

17.6.11

Başlangıç

Sonunun gelmesini bu kadar tutkuyla beklediğim bir süre olmamıştı.
Sonunda istediğim gibi bir hayata sahip olabileceğim gibi; birçoğumuzdan daha erken; ve bu iyi mi kötü mü ben de daha bilemiyorum.
Tüm alıştığımız kurallar yanlış olduğunu savunuyor; bense sanki çoktan bir yaşamı yaşamış ve bitirmiş bir insanın verdiği bilgelikle, bunun en doğrusu olduğunu düşünüyorum.

Herkes böyle yapmalıymış gibi geliyor bana.
Herkes kararlarını vermeli ve hedefleri doğrultusunda hayatlarını sürdürmeli.
Verdikleri kararların arkasında durmalı, azimle peşinde koşmalı falan filan.
Oysa ki bizim yaşlarımızda insanların paylaştığı bir özellik varsa o da kararsızlıkları. İşte bu yüzden çoğu zaman benzer çemberlerin içinde dönüp dolaşıyorken buluyoruz kendimizi.
Kendi kendimize karar veremediğimiz, kafamızı kaldırıp çevremize baktığımızda onların yörüngesine kapıldığımız için.
Hem kendi hem geleneğin etrafında dönmekte olan, ana-baba uydulu gençler.

Bu kesin kararları nasıl da oluyor verebiliyorum inanın ben de bilmiyorum.
Heralde kararsızlıktan bıkmış olmanın yarattığı bir yan etki. Sabırsız karakterimin bir ürünü.

Seneye günlerimin Shakespeare okuyarak, sanat tarihi tartışarak, yaratıcı otoportreler çizerek ve müziği öğrenerek geçeceğini bilmek beni inanılmaz derecede heyecanlandırıyor.
Sanki bütün hayallerim gerçek olabilirmiş gibi hissediyorum.
"Bir kitap yazacağım, ya da bir oyun" diyorum insanlara. "Umarım o gelip geçici heveslerimden biri değildir" diyorum sonra kendi kendime...
Değildir,
gibi geliyor şimdilik.

Hayatım burada bir yerde başlıyormuş gibi geliyor bana.
Ve hiç bu kadar heyecanlı olmamıştım!

"Lookin' back I see a kid who was just afraid.
Hungry and old before his time. "
-Ray Lamontagne

3.4.11

Ara vermek arada sırada

Merhabalar,

Yazmayalı uzuuun bir süre oldu biliyorum.
Bahaneden bol bir şeyim de yok doğrusu ama oturup sıralamaya gönlüm hiç el vermiyor. Doğru olduklarını bildiğim halde kendi kendime "bu mudur?" diyeceğimi biliyorum çünkü.

Hayatımın çok sıradışı bir noktasındayım son birkaç haftadır.
Umursamazlığım alıp başını gitmiş, hayallerim gerçeğe öyle yakın geliyor ki bugün yarın olacaklarmış gibi, dinlediğim müzikler dünyanın her bir yanından geliyor, filmlere gidiyorum, konserlere gideceğim, fırtınalı havalarda adaya gidiyorum, "gülmek ne güzel?" diye düşünüyorum, ne çok gülüyorum anlatamam.
Çok gülüyorum, çok.
Gelecekten gelmiş ve şimdiki bedenime sıkışmış gibiyim adeta. Başıma gelen garip veya kötü şeylere, sanki üzerinden yıllar geçmiş ve ben geriye bakıyormuş gibi tepkiler veriyorum. Yaşını başını almış bir insanın koyvermişliği var üzerimde. Bu yaşımda, bu tavrım nereden kimden geliyor inanın bilmiyorum.
Ailemde böyle bir büyüğüm yok, annem ve babam bir süredir ortayaş krizinde oldukları için onları örnek aldığımı da söyleyemeyeceğim (eğer öyle olsaydı işte tam 18likler gibi davranmam gerekirdi).
Bir garibim kısacası.
Çok gülüyorum, çok.

29.10.10

Kırksekizsaat

Son iki gündür;
çok ıslandım,
çok ama çok üşüdüm,
neredeyse donuyordum,
soğukta daha da çok muhtaç olduğum kahveler içtim,
gerçekten değer verdiğim insanlarla vakit geçirdim,
hayatımdaki en güzel konserlerden bir tanesine gittim,
konserine gideceğim müzisyenin arka masamda yemek yemesini dinledim,
gelecek ile ilgili planlarıma yeni boyutlar kazandırdım,
güzel bir akşam geçirebilmek için çok fazla şeye ihtiyacım olmadığını öğrendim,
insanın dostları yanındayken daima evde olabileceğini fark ettim,
yarım yamalak uykularla inanılmaz dolu günler geçirdim,
aptal aptal notlara üzülüp aptal aptal notlara sevindim,
bunların bir önemi olmadığını kendime hatırlatmakta direttim,
o gerçekten değer verdiğim insanlarla çok eğlendim,
kendime unutulmaz anılar yarattım,
sıkı hayaller kurdum,
büyülendim,
mutlu oldum.

Ben bu iki günün başarılı geçtiğine inanıyorum.
Cuma'nın bu ilk saatlerinde "İyiki" ile başlayan cümlelerimin sebebi de bu işte...

3.10.10

Pazarlardan Bir Tanesi

2 buçuk saattir uyanığım.
Annem bir saat kadar önce müziğime uyanıp "Neden bu kadar erken kalktın?" dedi.
"Uykum bitti," dedim.
Güldü, yatağına döndü.
Bunun dışında bu sabah yalnızdım.
Kings of Convenience dinleyip internetten resimlere baktım. Kuşburnu için kafamda bir plan var, onu düşündüm biraz. Kendime birkaç defa "ödev yap" komutunu verdim. Gerekli yerlere ulaşmadı bu komut. Çok üstünde durmadım. Birkaç insana sanal ortamlardan laf yetiştirdim. Ayaklarım üşüdü, kalın çoraplarımı giydim. Kuşburnu ve Mervyn'in (Dream Endless) bloglarına göz attım. İkisi de dün gece hızlarını alamamışlar anladığım kadarıyla. Bu ayın tiyatro oyunlarına göz attım. Birini gözüme kestirdim, bizimkilere bir mail attım. Biraz düşündüm. Burnumu sildim belli aralıklarla.
Pazarlardan bir tanesi de böyle başladı işte.
Bakalım ne olacak...

24.8.10

Sanat Nereye Kayboldu?

Eskiden bulduğum her fırsatta bir şeyler yazardım, çizerdim.
Bütün defterlerim herkesten önce biterdi; çünkü yarısı çizdiğim abuk subuk kıyafetlerle, soyut şekillerle, desenlerle ya da şiirlerle, yazılarla dolardı. Hiç durmadan yazmak isterdim bir kere. Ve yazmak kadar sevdiğim bir şey vardıysa çizmekti. Müzikten söz etmiyorum bile. Hiç durmadan şarkı söyler, okulun müzik adına ne kolu/kulübü vardıysa katılırdım. Korodur, orkestradır. En yakın arkadaşlarımla kendi şarkılarımızı besteleyip gösterilere çıkardık. Ve daha 11-12 yaşındaydık.
Yaptığım her şey, seçtiğim her ders, bulunduğum her yer bu tip şeylere odaklıydı. Sınavlara hazırlanırken bunlarla uğraşmamı istemeyen hocalarla kavga ederdim; çünkü onlarsız ben olamayacağımı bilirdim. Zamanımı sanata ayırmadığım sürece hep yarım kalacağımı bilirdim. Başarısız olacağımı; dahası mutsuz olacağımı bilirdim.
Peki şimdi ne oldu?
En son ne zaman elime bir kalem alıp bir şeyler çizdiğimi, bir amacı olmadan düzgün bir yazı ya da hikaye yazdığımı hatırlamıyorum. Kemanımı o kadar ihmal ettim ki, artık elime aldığımda ne yapacağımı şaşırıyorum.
Kendime sanat hakkında koyduğum hiçbir hedefin yakınında bile değilim...
Ve işin komik yanı: Hayatım boyunca daha çok hiçbir şeyden keyif almayacağım; ve bu yüzden başka hiçbir şey de yapmak istemiyorum.
Olmak istediğim yerden öyle uzağım ki..
Bu yüzden yarım kalmış hissediyor olabilir miyim acaba?
Başarısızlığım değil belki ama; mutsuzluğumun sebebi buysa, çok mantıklı bir sebep...
Hayatımdaki sanat nereye kayboldu?

9.7.10

Roman Okuma Sanatı

Şu sevilen romanların son 80 sayfasının su gibi okunmasını,
Bitince kapağı kapatıp kucağıma koymayı,
Derin bir nefes alıp öylece biraz durmayı,
Kapağına bakıp nasıl hissediyorsam ona uygun yüz ifadelerimle kapakla bakışmayı,
Tekrar derin bir nefes alıp ayağa kalkmayı,
Ve romanı rafta beğendiğim bir yere koymayı;
Günün kalanında -ve atlatamazsam ilerleyen bir kaç günde daha- karakterlerini ve olayları düşünmeyi,
çok seviyorum!

6.7.10

Talihsiz Serüvenler Dizisi

Bugün başıma gelen talihsizliklerin bir listesi (liste dün geceden başlıyor):
  • iPod'umun şarjı bitti ve bir daha da açılmadı.
  • Sabah uyanamadım bu yüzden kahvaltımı ederken bir yandan giyiniyordum
  • Bahsettiğim Botero müzesini gezmek için Pera Müzesine gittik, ve kapıdan geri döndük: neymiş? Pazartesi günleri Pera Müzesi kapalıymış
  • Atlas Pasajını ararken kaybolduk (?)
  • Bir iki T-Shirt için kazıklandık
  • Body Worlds'ün yerini bulana kadar güneş altında eridik
  • Çocuk kategorisine giriyormuşuz meğer, öğrenci bileti alıp bir de ona kazıklandık
  • İşimiz uzun sürdü, müzeden biraz geç çıktık ve adam gibi hiç bi film bulamadık
  • Çok da bayılmadığımız bir filme yetişebilmek için koşturduk ama gittiğimizde "seansın iptal olduğunu" söylediler
  • Çocuk filmine girdik
  • Film arasında bi arkadaşıma mesaj atarken telefonum kitlendi
  • Film düşündüğümüzden erken bitti ve Dream'in gitmesi gerekti: Telefonsuz ve saatsiz ortada kaldım
  • Ve günümün highlight'ı: En sevdiğim kahveyi elime almıştım ki iki adım sonra ayağım kaydı ve yere serildim
Şimdi de şu listeye bi bakalım:
  • İnanılmaz güzel bir film izledim (Whatever Works)
  • İlk defa otobüse zamanında yetiştim; ve oturabildim bile
  • Tam zamanında vardım
  • Robinson Crusoe'da gezicek vakit bulduk: Edgar Ellen Poe'nun toplama bir şiir kitabını aldım; başka bir kırtasiyeden iki harika kart aldım koleksiyonuma eklemek üzere
  • Harika bir Rolling Stones t-shirt'üm oldu!
  • Yeni bir yemek yeri öğrendim
  • Body Worlds denen o akıl almaz sergiye (ya da artık o ne ise) gidebildim ve sindire sindire heryeri gezdim
  • Toy Story 3'ü izledim ve İspanyol Buzz Lightyear'ı deneyimledim
  • Normalde self-servis olan bir mekanda en sevdiğim kahve önüme servis edildi, ilgilenildim
  • Gün boyu yürümüş olmanın rahatlığı ile en sevdiğim şekerlerden yedim
  • Ve günümün gerçek highlight'ı: Dream'le harika bir gün geçirdim!


***

Şu klişeleşmiş dolu bardak, boş bardak, bardaktan boşanırcasına yağmak muhabbetlerine hiç girmeyeceğim.

Sadece günümün bu kadar artı ve eksilerle dolu olması beni şaşırttı.
Evren kendi kendine bir mesaj vermeye çalışıyormuş gibiydi.

Ben günün sonunda kendimi o kahvenin ortasında, halıyla burun buruna bulduğumda hala gülebiliyordum.
İnanın sebebini bilmiyorum.
Sebebi çok da önemli değildir heralde.

Sadece "iyimser olmak böyle bir şey olmalı," diye düşündüm ayağa kalktığımda.
Ve gerçekten güzel bir histi.

29.6.10

Haber/Hatırlatma

4Mayıs'tan beri Pera Müzesinde Botero'nun sergisi varmış!
Sergi 18 Temmuz'a kadar sürüyor.
Fırsat bulup gidilmeli!

Not: Öğrencilere sadece 3 tl, Çarşamba günleriyse ücretsiz! Bahane kabul etmez kısacası!

14.1.10

Sanat Atölyesi

Okulun sanat atölyesini özledim...

Hafif bir boya kokusu olurdu her zaman. Her girdiğinizde kenarda köşede yeni yapılmış bir heykel, bir resim olur kurumaya bırakılmış. Biraz bakınmadan çalışmaya başlayamazsınız. Bir çoğunu önceden görmüşsünüzdür halbuki...
Sonunda kendi işinize başlamaya karar verdiğinizde gerekli malzemeleri ve daha fazlasını bulmak için birkaç çekmece karıştırmanız yetmiştir. "Aaa bu da burda mıymış?" deyip fazladan bir malzeme daha almadan edemezsiniz.
Sıra kolları sıvamaya gelir ve...
Ve özgürsünüzdür.
İster bir çamur parçası olsun, isterse eski dergilerden bir tanesinin üstüne boca ettiğiniz boyalar; ellerinizi iyice kirletmeden tatmin olamazsınız. Elleriniz yeterince kirli değilse, o yaptığınız eser de yeterince iyi değil demektir.
Biraz daha düzeltirsiniz, biraz daha eklersiniz,
Biraz daha düzelt, biraz daha ekle,
Biraz daha...
İçeri giren insanların "zil çalmak üzere" lafıyla uyanırsınız dünyanızdan.
Bu kadar çabuk mu?
Hele o bitirmeden bırakamama duygusu yok mu...
Sage'deki ingilizce dersinize girmeden önce kalan son dakikanızda kendinizi sanat bölümünde gezerken bulursunuz..
Matematik dersidir ve tek düşünebildiğiniz 'hangi arada, nasıl, nerden gitmeliyim' denklemidir..
Takrar ne zaman özgür olabilirim?

Bu sene bir kere kendimi orda buluşum dışında (bilinçaltım kendi kendine karar vermiş, uykulu oluşumdan yararlanmıştı) hiç gidememiş olduğumu yeni yeni fark ediyorum.
Tekrar gitmeli, tekrar eller kirlenmeli.
En kısa zamanda özgürlüğümü geri almalıyım...