Bu sene blogum 5. yaşına giriyor.
İnanılır gibi değil, değil mi?
5 seneden bu yana hem yazılarımın sıklığı hem miktarı hem de içeriği ne çok değişti, görmek komiğime gidiyor.
Unutuveriyorum bazen burayı.
Aklıma geldiğinde, yazacak söz bulamıyorum.
Ama dönüp dolaşıp kendimi burada buluyorum.
Bilgisayarımdaki kısa yolunun ismi "ev" olan bir sayfa burası.
Başlangıçtan bu yana değişmeyenler de oldu pek tabii.
Kahve ve çikolataya olan bağımlığım,
müziğe olan tutkum,
bitmeyen bitmeyen bitmeyen hayallerim.
Susmayan şarkılar.
Büyümek, azalmak ve özülmek ise bu blog bunun nefis bir kanıtı.
Bu seneye girerken, önümdeki günlere bir sorumluluk yüklemeden girdim bu sefer.
İlk gün nasılsa, bütün sene öyledir mantralarını falan da geride bıraktım.
Yılın 1inde değil, ne bileyim, 7sinde başlayabilirim bir şeyleri değiştirmeye.
Aceleyi geride bırakıyorum.
Son olarak:
Sevgili 2013,
Beni çok heyecanlandırıp, çok yordun, ve çok üzüp, çok mutlu ettin.
Koca bir duygu seliydin.
Sana çok büyük hayaller ve sorumluluklar yükledim, ve sen hepsini üzerinde taşıdın, teşekkür ederim.
Kalbimde her zaman ayrı bir yerin olacak.
Hoşçakal.
Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
geçmiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
geçmiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
5.1.14
15.7.13
A Few Things
ARTIK DÖNDÜM! veya BUNDAN SONRA HEP BURDAYIM! gibi açıklamalarla dönüş yapmayı pek istesem de;
kendimizi kandırmayalım.
Geçtiğimiz 9 ayda küçülüp küçülüp kıçıma kaçan beynim, son 2 ayında şişti şişti ve patlayıp parçacıklara bölündü. Sebzeli etli, hiç yemediğim o çorbalara dönüştü.
Yeni insanlar tanıdım.
Tanıdıklarımı yeniden tanıdım.
Bazılarına sımsıkı sarıldım, aslında çoğuna, çoğunlukla sımsıkı sarıldım.
Güldüm. Ağladım. Korktum. Çok korktum. Pes eder gibi oldum. Derin nefes alıp, müzik dinleyip, pes etmekten pes ettim. "For we know we need each other so we better call the calling off off" dedim.
Umutlarıma, hayallerime sarıldım. Boğana kadar belki de.
Sonra bu halimi gören ve ne yaptıysa durumu çözen adama siber sarıldım.
Şimdi gözlerim yaşarana kadar gülebiliyorum.
Ama bu işin kişisel kısmıydı.
Bir de işin toplumsal kısmı var ki, insanı çıldırtıyor.
Buraya çok da yansıtasım yok.
Sadece yüreği benimkinden katlarca büyük, cesareti beni telaşa sokacak kadar sarsılmayan insanlara teşekkür etmem gerek.
Sizleri korumak ve yüceltmek için korkak benliğimin el verdiği kadarını yapmaya devam edeceğim.
Günler geçmeye böyle devam ediyor.
Üç vakte kadar üç yolculuğum var. Üçü de farklı amaçlara hizmet edecek.
Üçü de beni pek sevdiğim yeşil duvarlarımdan ayırıyor.
"Home is where the heart is" diyip, içimi ferah tutuyorum.
26.6.12
Sang, Romanticised, Found: The Script
"The truth is, I spent a lot of my childhood singing when the other kids were outside playing football and getting into trouble."
(Danny O'Donaghue)
"I'm not trying to romanticise it, where we grew up was a shit hole, it was stealing cars, all the usual bollocks, but music gave me a sense that I could break away. I know it sounds like a cliche, but to me, as a kid, that was my way out."
(Mark Sheehan)
"My mother always said to find one thing in life that you're good at and the day I picked up thesticks I found it."
(Glen Power)
***
4 sene kadar önce İngiltere'ye gittiğimde içinde kaybolduğum dev bir müzik dükkanının dış duvarlarında dev gibi bir poster vardı.
Mavi bir arka plan, dans eden sarışın bir kadın ve bir gökkuşağı hatırlıyorum.
Bir de bir grubun adını.
Nasıl unutabilirdim ki?
Şimdiye dek gitmiş olduğum en büyüleyici yerin dış cephesini kaplayacak kadar büyüleyici olması gereken bir müzik yapıyor olmalılardı.
Ama öyle ya, daha önce dinlememiş olduğum müziklerin albümlerini almadan hep iki defa düşünürüm. Bu vakada ise yalnızca iki defa değil, defalarca düşünüp almaktan vazgeçmiş idim.
Bugün Dream'le laf olsun diye girdiğimiz dükkanda albümü "fırsat" tabelası asılmış bir sepetin içinde bulana kadar.
Fırsat. Mesaj açıktı.
Çok büyük bir pop hayranı olmadığımı söylemeliyim. Fakat beklentilerimin çok üzerindeki bu albümü paylaşmadan edemezdim. Hele de müziğe karşı böyle tutkulu adamların ellerinden çıkmış bir albümken.
The Script - If You See Kay
(Danny O'Donaghue)
"I'm not trying to romanticise it, where we grew up was a shit hole, it was stealing cars, all the usual bollocks, but music gave me a sense that I could break away. I know it sounds like a cliche, but to me, as a kid, that was my way out."
(Mark Sheehan)
"My mother always said to find one thing in life that you're good at and the day I picked up thesticks I found it."
(Glen Power)
***
4 sene kadar önce İngiltere'ye gittiğimde içinde kaybolduğum dev bir müzik dükkanının dış duvarlarında dev gibi bir poster vardı.
Mavi bir arka plan, dans eden sarışın bir kadın ve bir gökkuşağı hatırlıyorum.
Bir de bir grubun adını.
Nasıl unutabilirdim ki?
Şimdiye dek gitmiş olduğum en büyüleyici yerin dış cephesini kaplayacak kadar büyüleyici olması gereken bir müzik yapıyor olmalılardı.
Ama öyle ya, daha önce dinlememiş olduğum müziklerin albümlerini almadan hep iki defa düşünürüm. Bu vakada ise yalnızca iki defa değil, defalarca düşünüp almaktan vazgeçmiş idim.
Bugün Dream'le laf olsun diye girdiğimiz dükkanda albümü "fırsat" tabelası asılmış bir sepetin içinde bulana kadar.
Fırsat. Mesaj açıktı.
Çok büyük bir pop hayranı olmadığımı söylemeliyim. Fakat beklentilerimin çok üzerindeki bu albümü paylaşmadan edemezdim. Hele de müziğe karşı böyle tutkulu adamların ellerinden çıkmış bir albümken.
The Script - If You See Kay
1.6.12
Mektup #8
"Lütfen beni yanlış anlama.
Ama bu, bu kadar kolay olmamalıydı.
Tamamen senin suçun olan yokluğunun hayatımızda, bir iki kelimeyle örülemeyecek bir yarık açtığını sen de biliyor olmalısın. Sana bunu ben söylememeliyim. Biliyor olmalısın.
Ve bu yüzden sakın sana karşı uzak davrandığımda bana olgun olmadığımı söyleme hatasına kapılma.
Çünkü gerçekten uzağız.
Aramızda dev bir boşluk ve üzerinde yürümemiz için ortaya attığın iki tane zavallı kelime var."
Ama bu, bu kadar kolay olmamalıydı.
Tamamen senin suçun olan yokluğunun hayatımızda, bir iki kelimeyle örülemeyecek bir yarık açtığını sen de biliyor olmalısın. Sana bunu ben söylememeliyim. Biliyor olmalısın.
Ve bu yüzden sakın sana karşı uzak davrandığımda bana olgun olmadığımı söyleme hatasına kapılma.
Çünkü gerçekten uzağız.
Aramızda dev bir boşluk ve üzerinde yürümemiz için ortaya attığın iki tane zavallı kelime var."
9.11.11
Hepinize Olmuştur
D&R'a hep giderim. Her hafta Uykusuz ve Penguen alırım.
Yaşadığım yer itibariyle nasıl gözüktüğüme pek önem vermem.
Karakterim itibariyle nasıl gözüktüğüme pek önem vermem. Bunun değişmesini umuyorum.
Ama D&R'a giderken, nasıl gözüktüğüme hiç önem vermemişimdir. Bazen buna kafa yormak istersem sebebinin kitaplar ve albümlerin arasında vakit harcarken yaşadığım bohem deneyime katkıda bulunması olduğunu söyleyebilirim. Ama buna kafa da yormam pek.
Kasada paramı öderken herhangi bir şeye pek önem vermem.
Kasadaki adamı tanıyorum. O da, sadece uykusuz ve penguen aldığımda torba istemeyeceğimi bilecek kadar tanır beni. Konuşmayız. Her seferinde D&R kartımı sorar, bazen olur bazen olmaz. Her seferinde teşekkür ederim.
Bu neredeyse her hafta yaşanan bir şeydir. Pek önem vermem.
Ama hepinize olmuştur: Hayatınızın bir parçası haline gelmiş, oldukça sıradan olaylar tek bir dış etkenle kontrolden çıkar. Pek önem vermediğiniz bu olay, bu dış etken yüzünden sizi kendiniz hakkında düşünmeye iter. Orada oracıkta değişmek istersiniz; çözümler bulmak istersiniz; karar vermek istersiniz.
İşte sıradan bir D&R alışverişinin kasa fazına geçtiğim sırada karşıma eski bir arkadaşım çıktı bu haftasonu.
En azından o hep arkadaş olduğumuzu sanıyordu.
Tahmin etmiş olabileceğiniz gibi, ben ondan biraz hoşlanıyordum.
Kasada elimde Uykusuz'um ve Penguen'imle dururken. "Pipe Dreams?" dediğinde (evet Pipe Dreams demedi ama hala adımı bilmeyenleriniz için adım bu) en sevdiğim kısmı sıradanlığı olan bu D&R ziyareti beni allak bullak etti.
Rezil haldeydim, kıyafetlerim, saçım, her açıdan bitik bir tipim vardı.
Onu en son iki sene önce görmüştüm ve bu iki senenin ona yaradığı (ve bana hiçbir şekilde yaramadığı) her halinden belli oluyordu.
"Nasılsın?" "İyiyim sen?" "Ben de. Hiç tanımayacaktım gerçekten." "Ben de tanıyamazdım heralde yani" "Okulundan hala sıkılmadın değil mi?" "Yo, asla, sen?" ....
Belli bir noktada suratına bakarken sesini duyamadığımı hatırlıyorum. Sonra zaten "Görüşürüz" gibi bir şey deyip yanımdan ayrıldı.
Ben diyaloğumuz gerçekleşirken içimde kendimle bambaşka bir diyalog gerçekleştiriyordum.
Değişmek istedim, daha iyi olmak istedim, daha iyi gözükmek istedim, bu kadar rezil giyinmemiş olmak istedim, saçımın deli-doktor stilinde olmamasını istedim.
İki yıldır görmediğim bu insanın karşısında, benim onun için düşündüklerimi onun benim için düşünmesini istedim.
Sizi uzun süredir görmeyen insanların güzelliği bu değil midir? Onları şaşırtabilmek?
Şaşırdığını, hele de etkilendiğini hiç sanmıyorum.
Bu insan için artık hiçbir şey hissetmediğimi belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama konu bir şey hissetmek de değil zaten. Birilerini şaşırtabildiğinizi görmek sadece.
Ve benim her hafta mutlulukla yaptığım dergi alışverişimin, kendimi ve geçirdiğim seneleri sorguladığım bir yüzleşme seansına dönüşmesi de işte böyle oldu.
Çok lazımmış gibi.
Hiç de değildi.
Yaşadığım yer itibariyle nasıl gözüktüğüme pek önem vermem.
Karakterim itibariyle nasıl gözüktüğüme pek önem vermem. Bunun değişmesini umuyorum.
Ama D&R'a giderken, nasıl gözüktüğüme hiç önem vermemişimdir. Bazen buna kafa yormak istersem sebebinin kitaplar ve albümlerin arasında vakit harcarken yaşadığım bohem deneyime katkıda bulunması olduğunu söyleyebilirim. Ama buna kafa da yormam pek.
Kasada paramı öderken herhangi bir şeye pek önem vermem.
Kasadaki adamı tanıyorum. O da, sadece uykusuz ve penguen aldığımda torba istemeyeceğimi bilecek kadar tanır beni. Konuşmayız. Her seferinde D&R kartımı sorar, bazen olur bazen olmaz. Her seferinde teşekkür ederim.
Bu neredeyse her hafta yaşanan bir şeydir. Pek önem vermem.
Ama hepinize olmuştur: Hayatınızın bir parçası haline gelmiş, oldukça sıradan olaylar tek bir dış etkenle kontrolden çıkar. Pek önem vermediğiniz bu olay, bu dış etken yüzünden sizi kendiniz hakkında düşünmeye iter. Orada oracıkta değişmek istersiniz; çözümler bulmak istersiniz; karar vermek istersiniz.
İşte sıradan bir D&R alışverişinin kasa fazına geçtiğim sırada karşıma eski bir arkadaşım çıktı bu haftasonu.
En azından o hep arkadaş olduğumuzu sanıyordu.
Tahmin etmiş olabileceğiniz gibi, ben ondan biraz hoşlanıyordum.
Kasada elimde Uykusuz'um ve Penguen'imle dururken. "Pipe Dreams?" dediğinde (evet Pipe Dreams demedi ama hala adımı bilmeyenleriniz için adım bu) en sevdiğim kısmı sıradanlığı olan bu D&R ziyareti beni allak bullak etti.
Rezil haldeydim, kıyafetlerim, saçım, her açıdan bitik bir tipim vardı.
Onu en son iki sene önce görmüştüm ve bu iki senenin ona yaradığı (ve bana hiçbir şekilde yaramadığı) her halinden belli oluyordu.
"Nasılsın?" "İyiyim sen?" "Ben de. Hiç tanımayacaktım gerçekten." "Ben de tanıyamazdım heralde yani" "Okulundan hala sıkılmadın değil mi?" "Yo, asla, sen?" ....
Belli bir noktada suratına bakarken sesini duyamadığımı hatırlıyorum. Sonra zaten "Görüşürüz" gibi bir şey deyip yanımdan ayrıldı.
Ben diyaloğumuz gerçekleşirken içimde kendimle bambaşka bir diyalog gerçekleştiriyordum.
Değişmek istedim, daha iyi olmak istedim, daha iyi gözükmek istedim, bu kadar rezil giyinmemiş olmak istedim, saçımın deli-doktor stilinde olmamasını istedim.
İki yıldır görmediğim bu insanın karşısında, benim onun için düşündüklerimi onun benim için düşünmesini istedim.
Sizi uzun süredir görmeyen insanların güzelliği bu değil midir? Onları şaşırtabilmek?
Şaşırdığını, hele de etkilendiğini hiç sanmıyorum.
Bu insan için artık hiçbir şey hissetmediğimi belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama konu bir şey hissetmek de değil zaten. Birilerini şaşırtabildiğinizi görmek sadece.
Ve benim her hafta mutlulukla yaptığım dergi alışverişimin, kendimi ve geçirdiğim seneleri sorguladığım bir yüzleşme seansına dönüşmesi de işte böyle oldu.
Çok lazımmış gibi.
Hiç de değildi.
3.4.11
Ara vermek arada sırada
Merhabalar,
Yazmayalı uzuuun bir süre oldu biliyorum.
Bahaneden bol bir şeyim de yok doğrusu ama oturup sıralamaya gönlüm hiç el vermiyor. Doğru olduklarını bildiğim halde kendi kendime "bu mudur?" diyeceğimi biliyorum çünkü.
Hayatımın çok sıradışı bir noktasındayım son birkaç haftadır.
Umursamazlığım alıp başını gitmiş, hayallerim gerçeğe öyle yakın geliyor ki bugün yarın olacaklarmış gibi, dinlediğim müzikler dünyanın her bir yanından geliyor, filmlere gidiyorum, konserlere gideceğim, fırtınalı havalarda adaya gidiyorum, "gülmek ne güzel?" diye düşünüyorum, ne çok gülüyorum anlatamam.
Çok gülüyorum, çok.
Gelecekten gelmiş ve şimdiki bedenime sıkışmış gibiyim adeta. Başıma gelen garip veya kötü şeylere, sanki üzerinden yıllar geçmiş ve ben geriye bakıyormuş gibi tepkiler veriyorum. Yaşını başını almış bir insanın koyvermişliği var üzerimde. Bu yaşımda, bu tavrım nereden kimden geliyor inanın bilmiyorum.
Ailemde böyle bir büyüğüm yok, annem ve babam bir süredir ortayaş krizinde oldukları için onları örnek aldığımı da söyleyemeyeceğim (eğer öyle olsaydı işte tam 18likler gibi davranmam gerekirdi).
Bir garibim kısacası.
Çok gülüyorum, çok.
Yazmayalı uzuuun bir süre oldu biliyorum.
Bahaneden bol bir şeyim de yok doğrusu ama oturup sıralamaya gönlüm hiç el vermiyor. Doğru olduklarını bildiğim halde kendi kendime "bu mudur?" diyeceğimi biliyorum çünkü.
Hayatımın çok sıradışı bir noktasındayım son birkaç haftadır.
Umursamazlığım alıp başını gitmiş, hayallerim gerçeğe öyle yakın geliyor ki bugün yarın olacaklarmış gibi, dinlediğim müzikler dünyanın her bir yanından geliyor, filmlere gidiyorum, konserlere gideceğim, fırtınalı havalarda adaya gidiyorum, "gülmek ne güzel?" diye düşünüyorum, ne çok gülüyorum anlatamam.
Çok gülüyorum, çok.
Gelecekten gelmiş ve şimdiki bedenime sıkışmış gibiyim adeta. Başıma gelen garip veya kötü şeylere, sanki üzerinden yıllar geçmiş ve ben geriye bakıyormuş gibi tepkiler veriyorum. Yaşını başını almış bir insanın koyvermişliği var üzerimde. Bu yaşımda, bu tavrım nereden kimden geliyor inanın bilmiyorum.
Ailemde böyle bir büyüğüm yok, annem ve babam bir süredir ortayaş krizinde oldukları için onları örnek aldığımı da söyleyemeyeceğim (eğer öyle olsaydı işte tam 18likler gibi davranmam gerekirdi).
Bir garibim kısacası.
Çok gülüyorum, çok.
25.2.11
Sakız
Çiğnediğim sakızdan dev bir balon yapsam,
Pencereyi açsam,
Dışarıda kopan fırtınadan bir rüzgar
Beni çekip alsa
Bir süre savursa yıldızların arasında
Sonra güneşe doğru süzülsem usulca
Sıcak bir yerlere düşsem
Canım çok yanmasa
Uyuyakalsam
Uyandığımda gülümsüyor olsam
Hiç bilmediğim bir yerde,
Dilini konuşmadığım insanlarla
Yeniden başlasam her şeye
Geride kalanları unutsam.
Pencereyi açsam,
Dışarıda kopan fırtınadan bir rüzgar
Beni çekip alsa
Bir süre savursa yıldızların arasında
Sonra güneşe doğru süzülsem usulca
Sıcak bir yerlere düşsem
Canım çok yanmasa
Uyuyakalsam
Uyandığımda gülümsüyor olsam
Hiç bilmediğim bir yerde,
Dilini konuşmadığım insanlarla
Yeniden başlasam her şeye
Geride kalanları unutsam.
6.1.11
My-Oldself
Çok sevdiğim arkadaşlarımdan birisinin şu cümleyi yazdığını gördüm:
"I miss my-oldself."
Bu jenerasyon mu yoksa 21. yüzyıl bozukluğumu inanın bilmiyorum.
Neredeyse tanıdığım herkes, ben dahil, eski oldukları insanı özlüyorlar.
Kendimizden, içimizden yiten bir şeyler olduğunu hissediyoruz.
Eskiden olduğumuz kişi kimdi peki? Bizden başkası olması mümkün mü ki?
Onlar, biz değil miydik?
O, ben değil miydim?
O yiten, kaybolan şey ne, bilmiyorum.
Hayata aynı gözlerin ardından bakıyoruz, aynı ellerle dokunuyoruz.
Hayalini kurduğumuz şeyler, hala birer hayal.
Gerçeklikle törpülenseler bile, hayal dediğimiz şeyin biraz imkansız olması gerekmiyor mu zaten?
İstersek inanabileceğimiz imkansızlıklar, umut edebileceğimiz umutlar oldukları yerde duruyorlar.
Ve buna rağmen, bizi biz yapan şeylerin yittiğini hissediyoruz.
"Eski-ben"ler çıkıyor ortaya.
Anılara, çerçevelere sıkışıyorlar.
Öylece bakıyoruz.
Özlüyoruz.
28.12.10
"sad fact"
egoist elmaşekeri: sad fact: "Most of the laugh tracks on television were recorded in the early 1950’s. These days, most of the people you hear laughing are dead."- Chuck Palahniuk
8.12.10
Geçmişteki
Bundan bir yıl önceki, iki yıl önceki, beş yıl önceki, on yıl önceki "ben"le konuşabilmek isterdim.
Her insanın böyle bir fırsatı olmalı bence,
Nereden geldiğini, nereye gittiğini unutmamak için.
Ne istediğini,
Neyi sevdiğini,
unutmamak için.
6.12.10
Radikal Kararlar
Durduğum yerden ileriye baktığımda, geleceğime dair hiçbir şeyi net göremiyorum.
Sanki üzerine dev bir sis çökmüş ve ne kadar uğraşsam da görüşümü düzeltemiyormuşum gibi.
Sadece bir önümdeki taşı görüyorum ve bu bastığım taşların beni doğru yere götüreceğine inanmak istiyorum.
Yarın sıradan bir kutunun içine, sıradan bir kağıdı bırakırken gözlerimi kapıyor olacağım, çünkü bu adımın doğru olup olmadığını görmeye cesaret bile edemiyorum.
İzlenecek yolların, atılması gereken adımların yok olduğu; çamur bir patikaya gireceğim yarın.
Gideceğim yolları önüme koyulmuş ve defalarca basılmış taşlar değil;
Ben seçeceğim.
Belki, bir gün bu duyguyu hatırlar ve üzerine bir şarkı yazarım...
13.11.10
Jason Büyürken
Biz küçükken, Jason'la hiç durmadan kavga ederdik.
Çünkü Jason bencilin tekiydi.
O mutlu olmadığında, çevresindeki insanların mutlu olmasından nefret ederdi.
Eğer onun için değilse, hiçbir kutlama yapılmamalıydı.
Sırf canı sıkıldığı için beni rahatsız ve mutsuz ederdi; böylece o rahat ve mutlu olurdu.
Jason Dünya'nın ekseni gibiydi; Dünya ve üzerinde yaşayan bizler onun etrafında dönüyorduk.
Sadece birkaç yıl önce Jason benimle arkadaş olmayı kabul etti.
Ona kendimi nasıl kanıtladığımı ben de bilmiyorum.
Sıradışı birşeyler yapmış olmalıydım; çünkü Jason'ı etkilemek gerçekten zordu.
Sonuç olarak Jason ve ben arkadaş olmuştuk.
Bana üzüntülerini ve mutluluklarını anlatmaya başlamıştı; bazen ben de anlatırdım ama sadece bazen.
Zaman geçtikçe, birbirimize daha çok güvenir olduk.
Ben ona birbirimizden nefret ettiğimiz yıllarda anlatmadığım şeyleri anlatıyordum; o da kafasında cevaplayamadığı soruları bana soruyordu.
Zıt karakterlerimizin birbirini dengelediği, güzel bir arkadaşlık kurabildik.
***
Geçtiğimiz yıl, bugünlerde, Jason bencilliğini kaybetmeye başlıyordu.
Birisi onun güçlü egosuyla çevresine kurduğu duvarları yıkmaya başlamıştı.
Daha doğrusu; duvarları yıkan Jason'ın kendisiydi, çünkü duvarların arasına bir kapı yerleştirmeyi unutmuş ve içeri söz konusu birisini almak istediğinde çaresiz kalmıştı.
Jason bu bir yıl içerisinde; bu yazının başındaki "ben"in asla hayal bile edemeyeceği bir azimle bencilliğini yok ediyordu.
Kendisine sabitlediği Eksen'i bile o birisi ile kendisi arasına sabitlemeyi başarmıştı.
Jason bir başkası mutsuz olduğunda, mutsuz olmayı öğreniyordu.
İnsanların mutluluklarını çalmaya alışık olduğu halde, başkalarını mutlu etmeyi öğreniyordu.
Dün, Jason'ın ne kadar büyüdüğünü fark ettiğimde;
Jason ağlıyordu.
4.11.10
15
İnsanların bir birlerini yeniden bulmaları, imkansız olmadığı gibi öyle düşük olasılıkta ki;
Hatıralarınıza karışmış, ona dair sadece iki üç karenin hala renkli olduğu insanları yıllar sonra karşınızda gördüğünüzde ne yapacağınızı bilemiyorsunuz.
Aklınız o karelerdeki yüzlerin kenarlarından çekiştirip büyütüyor, bir kaç keskin hat ekliyor ve karşınızdaki insanla eşleştiriyor.
Yanına gidip ne söyleyeceğinizi bilemiyorsunuz; çünkü onun aklı da aynı şeyleri yapıyor mu kestiremiyorsunuz.
Çoğu zaman öylece baka kalıyorsunuz, aklınız sizin yerinize olası sahneleri yaşıyor; sizse kafanızda olup bitenlere rağmen hala olduğunuz yerden hareket etmemiş olmanıza veya ağzınızdan bir kelime bile çıkmamış olmasına şaşıyorsunuz.
Ve tabii ki geçmişi bugüne bağlamak için hiç bir çaba gösteremiyorsunuz.
O, haberi bile olmadan, kafanızdaki başka bir kare için bir iki dakikalığına poz veriyor;
ve gidiyor.
Tesadüflerin büyüsü ve bahanelerle avutmaya çalıştığınız pişmanlığınızla kalakalıyorsunuz.
16.10.10
Tozu üstünde müzikler..
Bundan sadece bir iki sene önce hiç durmadan dinlediğim, bilgisayarıma format atılmadan önce iTunes'umun en tepesindeki şarkıları dinliyorum bugün...
And still this hollow feeling grows and grows
The way you want it to.."
Bu kadar zamandır onları neden dinlemedim bilmiyorum.
İçinde olduğum "yeni müzik keşfetme" tutkusuyla alakalı sanırım.
Biraz da üşengeçlik ve alışılmışlık var işin içinde..
Biraz da korku sanırım.
Kendime şimdiye kadar yeni anılar yarattım, ve o sırada düşündüğüm birçok şeyi unuttum bile; ama şarkıları dinlediğimde, o zaman düşündüğüm şeylerin hepsi aklımın içinde saklandıkları yerlerden çıkıyorlar..
Durumumu anlatmak için kelimeleri toparlayamadığımı fark ettim ama şunu söyleyebilirim:
Çok garip bir duygu,
Ve şarkılar gerçekten çok güzel...
"You're a fool though, why you feel so bad
Where is the life you once had?And still this hollow feeling grows and grows
The way you want it to.."
- Keane
26.8.10
"Eski"lerden Kesip Yapıştırıp "Yeni" Yapmak
Pipedreams iftiharla sunar...
Mt. Desolation, Keane grubunun biricik piyanisti ("synth"çisi mi demeliyim yoksa?) Tim Rice-Oxley'den ve yine Keane üçlüsünün dördüncüsü olan Jesse Quinn'in kurdukları yeni bir grup.
Tarzları ise Keane'in eski ve/veya yeni halinden oldukça uzak.
Ben tam olarak kestirememiş olsam da MySpace'lerinde tarzlarını "Italian Pop/Chinese Traditional/Surf" olarak belirlemişler.
Ulaşabildiğim tek parçalarını dinlediğimde oldukça doğru bir tespit olduğuna karar verdim.
-Gerçi adamlar kendi müziklerini kendileri en iyi bilirler, ne saçma bi cümle oldu o öyle; ama neyse-
Asıl bahsetmek istediğim konu biraz daha farklı aslında.
Şöyle ki; ben sıkı bir Keane dinleyicisiyim. Bu birkaç senedir böyle; ve gurur da duyuyorum.
Grubu ilk keşfettiğim sırada"Under The Iron Sea" albümü yeni çıkmıştı ve beni Keane'le tanıştıran şarkı aynı albümden "Nothing In My Way" olsa da; her zaman Hopes & Fears'ı (ilk albümü) daha çok sevmiştim.
Ve yeni albüm hazırlıkları sırasında, istediğim tek şey yeni bir Hopes & Fears albümüydü.
İşte bu yüzden Perfect Symmetry'nin (yeni albümün) 80'lerin diskosu tadında olacağını öğrendiğimde oldukça üzülmüş ve hayal kırıklığına uğramıştım.
Albümü dinlediğimde üzüntüm geçmişti; yeni ve eğlenceli bir müzikti Keane'in yeni müziği ama bu tarza gittikçe daha çok kaynamaları sonucunda Keane'in o ilk albümdeki hali ortadan yok oldu ve ben tekrar böyle bir albüm beklemekten vazgeçtim...
Birbirinden farklı ve kendince birbirinden güzel üç albüm yaratabildiği ve beni müziğiyle mutlu edebildiği için Keane daima en sevdiğim gruplardan biri olmaya devam edecektir.
Bugün Mt. Desolation'ı dinlemek işte bütün bu bahsettiğim şeylerden sonra ne kadar güzel geldi anlatamam. Size tanıtmak istememin amacı da bu aslında.
MySpace'lerindeki o bitanecik şarkı beni herhalde ancak bu kadar mutlu edebilirdi...
Keane'in sıkı bir dinleyicisi olarak, gruba dair de tonla şey biliyorum ve izlediğim/dinlediğim tüm röportajların sonunda üyeler üzerine de oldukça fazla fikrim var.
Ve "State Of Our Affairs"i (o bitanecik şarkı işte) güzel kılan birçok şeyden ilki, Tim'in karakterinden bir parça oluşunu çok rahat hissetmem oldu. Benim o çok sevdiğim, "The Way You Want It" piyanosunu gözlerini tuşlardan ayırmadan çalan, sessiz sessiz konuşan Tim'in bir parçasıydı bu şarkı.
Bunun yanında, Keane'in olmasını istediğimi grubu hatırlattı bana... Yavaş ve sakin şarkılarını, o insanı hiç fark etmeden iç çektiren tarzını özlediğimi fark ettim.
İşin kötü yanı, Jesse'nin Keane'i bozacağından korkar dururdum eskiden; şimdi Tim'le yaptığı müziği duymak ve huzurlu vokalini dinlemek ne kadar yanıldığımı anlamamı sağladı...
Yeni parçaları duymak için sabırsızlanıyorum, artık yeni bir favori grubum var...
Mt. Desolation; Keane'le alakası olmadığı halde, bana eski Keane'i hatırlattı...
Ve müziği beni gerçekten çok etkiledi.
Eğer 5 dakikanız varsa dinlemenizi öneririm: Mt. Desolation MySpace

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)