Sayfalar

30.11.11

Smile

Burayı boşluyormuş gibi hissediyorum bazen; ama inanın anlatacak bir hikayem yok uzun bir süredir.

Herşey anlık.
Her duygu kısacık.
Yeni bir anı oluşturmuyorum, yeni bir duygu bulmuyorum.
İnsanlar beni şaşırtmaya devam ediyorlar ama şaşkınlıklarım da kısacık sürüyor.
Küçük kareler halinde yaşıyorum günleri, kareler birbirine karışıyor.
Canımı sıkan bir şey var birkaç gündür ama onu kimsenin görmeyeceği bir kağıda dahi yazmıyorum. Kendi kendime bile anlatmıyorum. Bırakıyorum kafamda dönsün diye. Dönüp duruyor o da. Kızıyorum, üzülüyorum.
"Ne büyük hayalkırıklığı" diyorum kendi kendime.
"Yok değildir, abartma" diyorum sonra.
Cesaretlenmiştim birkaç hafta önce, bir kağıda yapmak istediklerimi yazmıştım.
Eve her geç gelişimde, her yorgun akşamüstü, her uyuyakaldığım gece inancımı biraz daha yitiriyorum.

Çok gülüyorum gerçi.
Mutlu gözüktüğüm su götürmez bir gerçek.
Elimden geldiğince çok gülüyorum.
İnsan güldüğü zaman mutlu olur, diyorlar. Ben pek emin olamıyorum.

Janelle Monae - Smile

Powered by mp3ye.eu

25.11.11

The Egg


By: Andy Weir

You were on your way home when you died.
It was a car accident. Nothing particularly remarkable, but fatal nonetheless. You left behind a wife and two children. It was a painless death. The EMTs tried their best to save you, but to no avail. Your body was so utterly shattered you were better off, trust me.
And that’s when you met me.
“What… what happened?” You asked. “Where am I?”
“You died,” I said, matter-of-factly. No point in mincing words.
“There was a… a truck and it was skidding…”
“Yup,” I said.
“I… I died?”
“Yup. But don’t feel bad about it. Everyone dies,” I said.
You looked around. There was nothingness. Just you and me. “What is this place?” You asked. “Is this the afterlife?”
“More or less,” I said.
“Are you god?” You asked.
“Yup,” I replied. “I’m God.”
“My kids… my wife,” you said.
“What about them?”
“Will they be all right?”
“That’s what I like to see,” I said. “You just died and your main concern is for your family. That’s good stuff right there.”
You looked at me with fascination. To you, I didn’t look like God. I just looked like some man. Or possibly a woman. Some vague authority figure, maybe. More of a grammar school teacher than the almighty.
“Don’t worry,” I said. “They’ll be fine. Your kids will remember you as perfect in every way. They didn’t have time to grow contempt for you. Your wife will cry on the outside, but will be secretly relieved. To be fair, your marriage was falling apart. If it’s any consolation, she’ll feel very guilty for feeling relieved.”
“Oh,” you said. “So what happens now? Do I go to heaven or hell or something?”
“Neither,” I said. “You’ll be reincarnated.”
“Ah,” you said. “So the Hindus were right,”
“All religions are right in their own way,” I said. “Walk with me.”
You followed along as we strode through the void. “Where are we going?”
“Nowhere in particular,” I said. “It’s just nice to walk while we talk.”
“So what’s the point, then?” You asked. “When I get reborn, I’ll just be a blank slate, right? A baby. So all my experiences and everything I did in this life won’t matter.”
“Not so!” I said. “You have within you all the knowledge and experiences of all your past lives. You just don’t remember them right now.”
I stopped walking and took you by the shoulders. “Your soul is more magnificent, beautiful, and gigantic than you can possibly imagine. A human mind can only contain a tiny fraction of what you are. It’s like sticking your finger in a glass of water to see if it’s hot or cold. You put a tiny part of yourself into the vessel, and when you bring it back out, you’ve gained all the experiences it had.
“You’ve been in a human for the last 48 years, so you haven’t stretched out yet and felt the rest of your immense consciousness. If we hung out here for long enough, you’d start remembering everything. But there’s no point to doing that between each life.”
“How many times have I been reincarnated, then?”
“Oh lots. Lots and lots. An in to lots of different lives.” I said. “This time around, you’ll be a Chinese peasant girl in 540 AD.”
“Wait, what?” You stammered. “You’re sending me back in time?”
“Well, I guess technically. Time, as you know it, only exists in your universe. Things are different where I come from.”
“Where you come from?” You said.
“Oh sure,” I explained “I come from somewhere. Somewhere else. And there are others like me. I know you’ll want to know what it’s like there, but honestly you wouldn’t understand.”
“Oh,” you said, a little let down. “But wait. If I get reincarnated to other places in time, I could have interacted with myself at some point.”
“Sure. Happens all the time. And with both lives only aware of their own lifespan you don’t even know it’s happening.”
“So what’s the point of it all?”
“Seriously?” I asked. “Seriously? You’re asking me for the meaning of life? Isn’t that a little stereotypical?”
“Well it’s a reasonable question,” you persisted.
I looked you in the eye. “The meaning of life, the reason I made this whole universe, is for you to mature.”
“You mean mankind? You want us to mature?”
“No, just you. I made this whole universe for you. With each new life you grow and mature and become a larger and greater intellect.”
“Just me? What about everyone else?”
“There is no one else,” I said. “In this universe, there’s just you and me.”
You stared blankly at me. “But all the people on earth…”
“All you. Different incarnations of you.”
“Wait. I’m everyone!?”
“Now you’re getting it,” I said, with a congratulatory slap on the back.
“I’m every human being who ever lived?”
“Or who will ever live, yes.”
“I’m Abraham Lincoln?”
“And you’re John Wilkes Booth, too,” I added.
“I’m Hitler?” You said, appalled.
“And you’re the millions he killed.”
“I’m Jesus?”
“And you’re everyone who followed him.”
You fell silent.
“Every time you victimized someone,” I said, “you were victimizing yourself. Every act of kindness you’ve done, you’ve done to yourself. Every happy and sad moment ever experienced by any human was, or will be, experienced by you.”
You thought for a long time.
“Why?” You asked me. “Why do all this?”
“Because someday, you will become like me. Because that’s what you are. You’re one of my kind. You’re my child.”
“Whoa,” you said, incredulous. “You mean I’m a god?”
“No. Not yet. You’re a fetus. You’re still growing. Once you’ve lived every human life throughout all time, you will have grown enough to be born.”
“So the whole universe,” you said, “it’s just…”
“An egg.” I answered. “Now it’s time for you to move on to your next life.”
And I sent you on your way.

Evrencikler

Bu yazılara olabildiğince klasik başlamamaya çalışsam da; bazen olmuyor. O yüzden az sonra gelecek olan sıkıcı başlangıç için şimdiden özür dilerim.
Paslanmışlığıma verebilirsiniz.

Hayat hiçbir, hiç kimse için kolay olmadı.
İnsanların ayarı oturmamış varlıklar olduğunu düşünüyorum. Hala "ilerlemeye" devam ediyoruz. Buradaki ilerleme tırnak içinde çünkü ilerlemekten kastım yalnızca olumluya doğru olan ilerleme değil; aynı zamanda olumsuza doğru olan ilerleme.
Son zamanlarda fark ediyorum ki; zor olan insan olmak değil.
Başka insanların da yaşadığı bir evrende insan olmak.
En küçük ayrıntısına kadar bize ait olduğunu düşündüğümüz bir evrende yaşıyoruz.
Yaşadığımız her şey bize ait. Zaman bizim bildiğimiz kadarıyla akıyor. Gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz kadarını biliyoruz; ve evren bunlardan oluşuyor.
Evren bizden ibaret.
En azından bizim için.
Her insan için, bu böyle.
İşte bu yüzden aslında tek olan bu evrende milyonlarca küçük evrencik var olmaya çalışıyor.
Her insanın kendine ait olan dünyası, birbirinin yanından geçiyor, çakışıyor, birleşiyor...
Kendi evrenimizle o kadar meşgul oluyoruz ki; çevremizde gezinen başka evrenlerin olabileceğini unutuyoruz.
Bizim kendi evrenimizde olduğumuz kadar, yanımızdan geçen bu kişinin ne kadar önemli olduğunu.
Doğruları ve yanlışları onun belirlediği koca bir evren olduğunu.
Bizimkisinden çok farklı.

Bu haftanın çıkarımları da böyle...

17.11.11

Küçük notlar halinde

Yazılarımda kelimelerimi azaltmam söylendi.
"Çok kelime kullanmak, sanat değildir" dedi bunu söyleyen kişi.
Shakespeare'e de gidip, devrik cümle kurma dediler mi acaba?
"Kelimelerin yerini kafana göre değiştirmek, sanat değildir" demiş olabilirler mi?

***

Kendimi küçük kayıt cihazımla kayıt yapmaya vermiş durumdayım.
Tek sorunum hiçbir kayıdın tam anlamıyla temiz olmayışı. Cihazın kendi pıt pıtı ve cızırtısı bir yana; abimin skype konuşmaları uğultular halinde yaptığım her kayıtta duyulabiliyor.
Güzel bir şeyler kaydedebildiğimde arkadan "ıouoısoauouoauıo" diye sesler geldiğini duyunca çıldırıyorum.
Odama izolasyon talep ediyorum.

***

Eskiden küçüklerle iyi anlaştığımı zannederdim.
Şimdilerde bundan şüphelerim var.

***

Genel ruh halim oldukça sakin ve neşeli olsa da -sanırım ergenliğin son demlerinin bir getirisi olacak- arada ciddi anlamda kötü hissedebiliyorum kendimi. Bu konuda ne yapabiliriz inanın bilmiyorum.
Sürekli uykum var.
Bulduğum her fırsatta uyuyorum. (Evet saat 11 olmak üzere, yine de.)
20 dakikalık kestirmemde bile kabus görebiliyorum artık. Böyle bir ağır uyku hali...

***

Paris'e gideceğim. Bilmeyenlere duyurulur.
Kendime bir dünya haritası almanın vakti geldi. Mantar panoya asıp renkli toplu iğnelerle gittiğim yerleri işaretlemeye başlayabilirim bence?

9.11.11

Hepinize Olmuştur

D&R'a hep giderim. Her hafta Uykusuz ve Penguen alırım.
Yaşadığım yer itibariyle nasıl gözüktüğüme pek önem vermem.
Karakterim itibariyle nasıl gözüktüğüme pek önem vermem. Bunun değişmesini umuyorum.
Ama D&R'a giderken, nasıl gözüktüğüme hiç önem vermemişimdir. Bazen buna kafa yormak istersem sebebinin kitaplar ve albümlerin arasında vakit harcarken yaşadığım bohem deneyime katkıda bulunması olduğunu söyleyebilirim. Ama buna kafa da yormam pek.
Kasada paramı öderken herhangi bir şeye pek önem vermem.
Kasadaki adamı tanıyorum. O da, sadece uykusuz ve penguen aldığımda torba istemeyeceğimi bilecek kadar tanır beni. Konuşmayız. Her seferinde D&R kartımı sorar, bazen olur bazen olmaz. Her seferinde teşekkür ederim.

Bu neredeyse her hafta yaşanan bir şeydir. Pek önem vermem.

Ama hepinize olmuştur: Hayatınızın bir parçası haline gelmiş, oldukça sıradan olaylar tek bir dış etkenle kontrolden çıkar. Pek önem vermediğiniz bu olay, bu dış etken yüzünden sizi kendiniz hakkında düşünmeye iter. Orada oracıkta değişmek istersiniz; çözümler bulmak istersiniz; karar vermek istersiniz.

İşte sıradan bir D&R alışverişinin kasa fazına geçtiğim sırada karşıma eski bir arkadaşım çıktı bu haftasonu.
En azından o hep arkadaş olduğumuzu sanıyordu.
Tahmin etmiş olabileceğiniz gibi, ben ondan biraz hoşlanıyordum.

Kasada elimde Uykusuz'um ve Penguen'imle dururken. "Pipe Dreams?" dediğinde (evet Pipe Dreams demedi ama hala adımı bilmeyenleriniz için adım bu) en sevdiğim kısmı sıradanlığı olan bu D&R ziyareti beni allak bullak etti.
Rezil haldeydim, kıyafetlerim, saçım, her açıdan bitik bir tipim vardı.
Onu en son iki sene önce görmüştüm ve bu iki senenin ona yaradığı (ve bana hiçbir şekilde yaramadığı) her halinden belli oluyordu.
"Nasılsın?" "İyiyim sen?" "Ben de. Hiç tanımayacaktım gerçekten." "Ben de tanıyamazdım heralde yani" "Okulundan hala sıkılmadın değil mi?" "Yo, asla, sen?" ....
Belli bir noktada suratına bakarken sesini duyamadığımı hatırlıyorum. Sonra zaten "Görüşürüz" gibi bir şey deyip yanımdan ayrıldı.
Ben diyaloğumuz gerçekleşirken içimde kendimle bambaşka bir diyalog gerçekleştiriyordum.
Değişmek istedim, daha iyi olmak istedim, daha iyi gözükmek istedim, bu kadar rezil giyinmemiş olmak istedim, saçımın deli-doktor stilinde olmamasını istedim.
İki yıldır görmediğim bu insanın karşısında, benim onun için düşündüklerimi onun benim için düşünmesini istedim.

Sizi uzun süredir görmeyen insanların güzelliği bu değil midir? Onları şaşırtabilmek?
Şaşırdığını, hele de etkilendiğini hiç sanmıyorum.
Bu insan için artık hiçbir şey hissetmediğimi belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama konu bir şey hissetmek de değil zaten. Birilerini şaşırtabildiğinizi görmek sadece.

Ve benim her hafta mutlulukla yaptığım dergi alışverişimin, kendimi ve geçirdiğim seneleri sorguladığım bir yüzleşme seansına dönüşmesi de işte böyle oldu.
Çok lazımmış gibi.
Hiç de değildi.

5.11.11

Hakim Duygu Üzerine

Son zamanlarda hayatım oldukça sessiz.
Aslında değil.
Aslında olup biten çok şey var ama aklımda pek bir hareket yok.
Günlerin geçişini izleyebilecek bir hızda hareket ediyorum.
Bu haftasonu aylardır okuduğum kitabı bitireceğim mesela; ve mutlaka iki üç film izleyeceğim.
Kafamın ne kadar karışık, geleceğin ne kadar bulanık olduğunu fark ediyorum her geçen gün.
Yapmak istediğim çok şey var; bunları nasıl yapabileceğime dair ise pek bir fikrim yok.
Belirsizlik.
Son zamanların hakim duygusu bu işte: Belirsizlik.
Ve tabii ki bu belirsizliğin içinde uçuşan kelimeleri yakalayıp da yan yana getirmek zor oluyor. Bu yüzden bir süredir buraya da bir şeyler yazamadım. En sonunda bari hakim duygu üzerine bir şeyler yazayım dedim.
İnsanın nasıl yazı yazamadığı ile ilgili yazılar yazması hakikaten üzücü oluyor.
Burayı bir süredir takip edenler (Kuşburnu'ndan bahsediyorum) ne kadar sık bunu yaptığımı biliyor olmalılar.

Zencefilli kurabiye yiyip, internette oyun oyanıp, düşünceleri savma vakti.