Sayfalar

gelecek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gelecek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27.2.14

Scenes From An All-Boys Gig

Characters (L to R):
- Father of two at the piano, who barely made it to the concert after his long shift at the office; he is still in his worn out light grey suit, sans the tie - minor adjustment towards the casual look.
- Ex-soldier, band leader of his time on the trumpet; he is so disappointed with the small turn-out that he can't help but break into laughter after every weak applause from the crowd.
- The young and aspiring over-sized teenager on the double bass; his cheeks are as red as his red plaid shirt.
- The third most important man of an old and rooted Italian mafia on the tenor sax. His crazy moves during this sax solos conflict with his subtlety.
- Tall, white, young and lovely, the alto sax player with possibly Danish genes looks as dissimilar to the band, as a red apple in a bowl of citrus. He is torn between caring or not caring about what anybody thinks about him; but then again, that only means that he does, indeed, care.
- His haircut and glass shape choice give his most discreet secret away -the kind you would keep in closet-, the drummer looks happy to be a part of this boys club; his obedience visible, through the way he follows the instructions of the trumpeter.

Please and thank you's. Two hours of sheer musical experience. Intensity.
Promises, made, yet quite questionable.
Makes you wonder, really, who their closest friends may be.
Not us, for certain, but maybe they should re-consider that.
We were of the few, that actually were, there, in the end.
Please, thank you.

16.2.14

Eu vejo na luz dos seus olhos

"Of course he has a girlfriend. Of course he does. He's straight isn't he? Of course he has a girlfriend home!"

***


***

"You'd think moving to a new city would open up endless opportunities for love. But no. Not in the slightest bit. You know how they say "all the good ones are taken", well they are. Unless they are gay. Unless of course they are gay and taken. So there you have it. No opportunities. None that I'd like to seize. And you may say that have crazy high expectations, and maybe I do, but who do I end up with when I lower the expectations? When I accept my desperation? Who do I become? Who am I currently, anyway?"

5.1.14

Kutlanacak Ne Çok Şey --

Bu sene blogum 5. yaşına giriyor.
İnanılır gibi değil, değil mi?

5 seneden bu yana hem yazılarımın sıklığı hem miktarı hem de içeriği ne çok değişti, görmek komiğime gidiyor.
Unutuveriyorum bazen burayı.
Aklıma geldiğinde, yazacak söz bulamıyorum.
Ama dönüp dolaşıp kendimi burada buluyorum.
Bilgisayarımdaki kısa yolunun ismi "ev" olan bir sayfa burası.

Başlangıçtan bu yana değişmeyenler de oldu pek tabii.
Kahve ve çikolataya olan bağımlığım,
müziğe olan tutkum,
bitmeyen bitmeyen bitmeyen hayallerim.
Susmayan şarkılar.

Büyümek, azalmak ve özülmek ise bu blog bunun nefis bir kanıtı.

Bu seneye girerken, önümdeki günlere bir sorumluluk yüklemeden girdim bu sefer.
İlk gün nasılsa, bütün sene öyledir mantralarını falan da geride bıraktım.
Yılın 1inde değil, ne bileyim, 7sinde başlayabilirim bir şeyleri değiştirmeye.
Aceleyi geride bırakıyorum.

Son olarak:
Sevgili 2013,
Beni çok heyecanlandırıp, çok yordun, ve çok üzüp, çok mutlu ettin.
Koca bir duygu seliydin.
Sana çok büyük hayaller ve sorumluluklar yükledim, ve sen hepsini üzerinde taşıdın, teşekkür ederim.
Kalbimde her zaman ayrı bir yerin olacak.
Hoşçakal.

31.8.13

Great Expectations



bu gibi.
ama bu hızda değil tabii.

"Deedle dee dum is the song that I hum"

"and the tune keeps ringing..."

"Bekliyorum gelmiyor çok garip bu bir şaka mı gelince ne olucak sanki? Ella Fitzgerald. Deedle dee dum. Hay allahım bu nasıl bir şaka. 12 oldu mu giderim. Muhtemelen gitmem ama 10 geçe giderim. Sen bile tutamazsın yıldızlar tutamaz. Şaka heralde. Şu halim. Vay anasını. Mahallenin dork'u olduk iyi mi. Bu bekleyişin ardından etrafımdan geçen kimseye bakmasam daha iyi. İnanamıyorum. Bu Cadde'ye çağırılıp "öbür kızı seviyorum" konuşması yapmaktan da kötü. Şu an bu bir rezalet. 12 it is. Kaderde ilk haftadan da ekilmek varmış. Yuh demek istiyorum. Ya da eşek şakası materyali olmak. O kadar da sevimli çocuk hem de. Görmemiş gitmiş olsa ne gülerim. Ama nerde. Vay be. İyi sıçmışım bu sefer. Son 6 dakika then I'm out. Çüşünüz be kardeşim. Çüş. 5 dakika. Ne malmışım lan. Bu ne. Deedle dee dum is the song that I hum and the world is singing. Son bir dakika +/- 2. Ama yuh. Gerçekten. 12. Oha. OHA. Gerçekten. Yuh. Çüş. Oha. Şu anki durumu toparlayacak tüm durumlar çocuğun ölümüyle ilgili. Şimdi veya yakında. Oha oha oha oha."

***

- I am an idiot.
- Can I call you an idiot? I'd feel so much better.
- Yes.
- Idiot. There.

***

- So what do you miss the most about home?
- My girlfriend. I miss her like hell.

***

"Deedle deedle deedle deedle deedle deedle deedle dee dum!"
- Ella Fitzgerald

20.8.13

Stage 1: Homesickness

or so I've been told.

Evet efendim.
Buradayım.
Çılgın heyecanlar, karın ağrıtan stresler, ellerimle yazıp postaladığım - cevap alamadığım mektuplar, başvurular, formlar, sayfalarca formlar, neden istiyorsun?lar, gelince ne yapacaksın?lar, ne katacaksın?lar, şarkılar, notalar, transpozeler, 20 dakikalık aralarda 40 dakikalık kayıtlar, lütfenler, teşekkür ederimler, inanamıyorumlar, oley!ler, oh be!ler, vay be!ler...

Hepsi bunun içindi.
Kaybolmanın saniyeler süreceği, bulunmanın yıllar alacağı bir şehir.
Müzik, sonsuz müzik, her yerden herkesten akan müzik.
Hiç görmediğin giysiler, hiç görmediğin kıyafetler, hiç görmediğin insanlar, hiç görmediğin binalar, hiç görmediğin, göremeyeceklerin.
Mavi iş seloteypiyle yapıştırılmış kırık masa lambası.

Mavi iş seloteypiyle yapıltırılmış kırık masa lambasının yalnızlığı.
Zincirleme ad tamlaması.

Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim.
Annemi yolculayacağım günün gözlerimin kurumadığı bir gün olacağını düşünmemiştim.
13 yaşında hiç tanımadığım bir kızın halimi görüp bana sarılacağını hiç düşünmemiştim.
Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Her yerimden çaresizlik akıyormuş gibi.

İnsan hayal kurarken bunları düşünmüyor.
Sanırım kendinden büyük hayaller kurup gerçekleştiğinde benim kadar afallayan biri daha yoktur.

Tanıdık seslerle evin yolunu tutuyorum - zihnimde.

"I'm standing at the firing line
Too scared to jump to leave behind
The lights go down and there's nowhere left to hide
Into the great unknown!"
- Travis

15.7.13

A Few Things




ARTIK DÖNDÜM! veya BUNDAN SONRA HEP BURDAYIM! gibi açıklamalarla dönüş yapmayı pek istesem de;
kendimizi kandırmayalım.
Geçtiğimiz 9 ayda küçülüp küçülüp kıçıma kaçan beynim, son 2 ayında şişti şişti ve patlayıp parçacıklara bölündü. Sebzeli etli, hiç yemediğim o çorbalara dönüştü.

Yeni insanlar tanıdım.
Tanıdıklarımı yeniden tanıdım.
Bazılarına sımsıkı sarıldım, aslında çoğuna, çoğunlukla sımsıkı sarıldım.
Güldüm. Ağladım. Korktum. Çok korktum. Pes eder gibi oldum. Derin nefes alıp, müzik dinleyip, pes etmekten pes ettim. "For we know we need each other so we better call the calling off off" dedim.
Umutlarıma, hayallerime sarıldım. Boğana kadar belki de.
Sonra bu halimi gören ve ne yaptıysa durumu çözen adama siber sarıldım.
Şimdi gözlerim yaşarana kadar gülebiliyorum.

Ama bu işin kişisel kısmıydı.

Bir de işin toplumsal kısmı var ki, insanı çıldırtıyor.
Buraya çok da yansıtasım yok.
Sadece yüreği benimkinden katlarca büyük, cesareti beni telaşa sokacak kadar sarsılmayan insanlara teşekkür etmem gerek.
Sizleri korumak ve yüceltmek için korkak benliğimin el verdiği kadarını yapmaya devam edeceğim.

Günler geçmeye böyle devam ediyor.

Üç vakte kadar üç yolculuğum var. Üçü de farklı amaçlara hizmet edecek.
Üçü de beni pek sevdiğim yeşil duvarlarımdan ayırıyor.
"Home is where the heart is" diyip, içimi ferah tutuyorum.

27.5.13

Dancing With My Self

"So let's sink another drink,
Cause it will give me time to think;
If I had the chance,
I would ask the world to dance"
-Nouvelle Vogue

Kafamın içinde dev bir labirent, her köşesinde ayrı bir insan var gibi.
İzin verdiğim kadar içeride veya dışarıdalar.
Orada kalmak istedikleri süre boyunca en azından.

Gözlerimi kapayıp şarkı söylemek istiyorum. Hep. Durmadan. Sonsuza dek.
Dinlemek isteyen herkes dinlesin.
İstemeyen kimse kalmasın.

Ne labirent.
Ne beklenti.
Ne hayalkırıklığı.
Ne sarhoşluk.
Ne akşamdankalmalık.
Ne uyku.

Şarkı.
Müzik.
Sonsuza dek.

30.4.13

19

Kendi doğum gününde bile derdi bitmeyen bir kız oldum kaldım.

Diyetteyim diye de pasta yerine tavuklu salata yedik bugün.

Böyle garip, böyle çılgın bir hayat benimkisi.

Bari burada bir heyecan, parıltı olsun didim:


29.11.12

Just Keep Swimming

Sıradaki parça son zamanlarda morale ihtiyacı olanlara geliyor...

17.9.12

Adequete ya da Yeterli

Masaüstümde "Gelecek" başlıklı bir dosyam var.
İçerisinde yalnızca başvuracağım okulların geçen yılki başvuru bilgileri ve burs olasılıklarına ait bilgiler yazan Word dosyaları var.
Gelecek kavramım böyle sığ işte gördüğünüz gibi.

Karşılıklı mesajlarımıza "Anladım." diye başladığımız bir arkadaşım var.
Hiç fark etmeden yazmışız, mesaj kutumu temizlemeye karar verince fark ettim.
Gerçek dostluk böyle kaygısız bir anlayışlılıkla sürdürülüyor heralde, diye düşünmeden edemedim.

İnsan birisini sevdiği zaman, hele de "daha çok seven" taraf kendisi ise, kesinlikle kendisini ele vermek istemiyor.
Düzeltme: Pipedreams birisini sevdiği zaman, hele de "daha çok seven" taraf kendisi ise, kesinlikle kendisini ele vermek istemiyor. Nefret ediyor bundan. Bilmesin istiyor. Biliyorsa da iyi bok yedi, diye düşünüyor.
Peki şimdi? diye düşünüyor.
Bunu bilinci nasıl kucaklayıp nasıl olduğu gibi sürdüreceğiz hayatımızı? diye düşünüyor.
Hayır bir de öyle bir kelime dizisi kurmuş ki, nasıl sinirleneceğini şaşırıyor.
Sinirlenemiyor tabii.
Nadir durumlardan bir tanesi.

Hiç aşamadığım bir "yarın yaparım" duygum var.
Tembellikten öte. Kendi kendimi öyle nefis kandırıyorum ki, kendime öyle inanıyorum ki, sanki o yapmam gereken şey zaten yarının işiymiş gibi. Bugün yapsam dünya tersine dönecekmiş, bütün hayatım mahvolacakmış gibi.
Kendime anlattığım gibi size de anlatsam siz de "Bırak canım saçmalama yarın yap şunu" dersiniz.
Öyle bir güvence dolu tembellik.

Gözlerimi kapayıp sonsuza dek bir müzik videosunda yaşayasım geliyor.
"Should I give up?"
Neredesin neredesin neredesin nerede nerede nerede nerede?
"Or should I just keep on chasing pavements even if it leads no way?"
Söyle de bilelim.

16.9.12

Çöküm ve Konsantrasyon

Kimse şu Home'un yanındaki Story'nin devamını merak etmiyor mu?
Hiç görmüyorum buralarda "Pipedreams neden devamını yazmıyorsun?" "Lütfen artık yaz?" "Kızla oğlan tanışacak mı?" "Yaşlı kadın ölecek mi?" "Nolur yaz artııık" falan gibi yorumlar.
Nerede yazara destek?
Nerede sanatçıya sevgi?

İnceden bir çöküm yaşadım, içimi döktüm, şimdi iyiyim.

Ertele ertele herşeyi erteler oldum.
Bu kadar gelecek var mı önümde o da ayrı bir merak konusu?
Peki ya "önümüzdeki birkaç ay" adlı gelecek dilimi? Ona sıkışması icap eden onca iş, telaş, korku?

Konsantrasyon hiç sahip olmadığım bir şeydi.
Şimdi nasıl öğrenilir ki?

2.9.12

Something Even Non-Believers Can Believe In

"What's it all about, Alfie?
Is it just for the moment we live?
What's it all about when you sort it out, Alfie?
Are we meant to take more than we give?
Or are we meant to be kind?
And if only fools are kind, Alfie, then I guess it is wise to be cruel..



"And if life belongs only to the strong, Alfie,
What will you lend on an old golden rule?
As sure as I believe there's a heaven above, Alfie,
I know there's something much more, something even non-believers can believe in..

I believe in love, Alfie...
Without true love we just exist, Alfie.
Until you find the love you've missed you're nothing, Alfie.

When you walk let your heart lead the way, and you'll find love any day, Alfie..."

lyrics by Hal David (and music by Burt Bacharach)


***

Son günlerde bir sürü insandan dinlemekte olduğum büyü işte bu.
İçimde tutamayacağım, birkaç satırını şuraya yazayım, diye gecenin 3 buçuğunda yazmaya başlayınca hiçbir sözüne kıyamadım.
Burt Bacharach en çok gurur duyduğu ve sevdiği bestesi; Hal David'in hatta bütün söz yazarlarının yazmış oldukları arasından en güzel sözler olduğunu anlatıyor.

Sözler karşımda ve Burt Bacharach'ın yorumu kulağımda boş salonumuzda oturuyorum ve bu postun nereye gideceğini merak ediyorum doğrusu.
Sözlerden tutup aşktan mı bahsetmeliyim?
Yoksa ileride böylesine muhteşem bir beste yapıp yapamayacağıma dair kaygı ve heyecanlarımdan mı?
Bu iki konunun etrafından dolanıp gelecekten bahsedebilirim..
Hayallerimden mesela.
Sonra bu kocaman gelecek çerçevesini ait olduğu duvara asıp, yalnızca 7-8 saat sonra uyanacağım yarından bahsedebilirim...

Yarın uyanıp yaşayabileceğim birbirinden çok farklı birçok gün olduğunu biliyorum.
Yapabileceğim o kadar çok şey var ki - ve bunların hiçbirini yapmama seçeneğim.
İnsan böyle böyle deliriyor olmalı, fark ettikçe.

Hepsi senin yüzünden, Jude Law suratlı Alfie.

Ve işte size bir sır:
Bunların hiçbirinin pek de bir önemi yok.
Ben sadece şarkı söylemek istiyorum, sevdiğim insanların çaldığı müziğe katılmak, karışmak.
Sevmek istiyorum. Çok sevmek. Ve elbette sevilmek. Sevdiğim kadar çok sevilmek.
Yalnızca bunların önemli olduğu, bunların bize yettiği bir şekilde yaşayabilmek...

So Alfie, what's it all about?

14.6.12

Where My Heart Is

Külahtaki dondurmalarımızdan beter eridiğimiz şu günlerde, her şey ayrı bir güzel.
Evet sürekli olarak sıcaktan şikayet eder haldeyim, evet huysuzum; ama gerçekten güzel günler geçirdim.

Nefis müzikler dinledim.
Nefis insanlarla bir aradaydım.
Öyle nefislerdi ki; yaptığım için beni en çok utandırabilecek hatalara karşı bana içtenlikle gülümseme gücü verebildiler.
Şimdi hepsine teker teker sımsıkı sarılasım var.

Ve tabii Dream.
Popo popoya yaşadık neredeyse, nasıl benden sıkılmıyor anlamıyorum :)

***

Bugün yaz programımın sorunsuz geçmesi için gereken son hamleyi de yapmış bulunuyorum.
Pasaportuma yeni bir vize basılıyor ve ben o vizeyle "yukarı yukarı ve uzağa"* gideceğim.
İniş yapacağım toprak parçasında benim gibi bir avuç insanla müzik yapacağım.
Gezeceğim, daha fazla müzik yapacağım, müzik dinleyeceğim, daha da fazla müzik yapacağım.

Daha kısa bir gelecekte de (yarın) aynı aktiviteleri gerçekleştireceğim: sevdiğim insanlarla, sevdiğim müziği paylaşmak.

Canımı sıkacak bir şeyler hep var, yok değil. Doğruya doğru, bir göbek dolusu sinirbozucu şey var hayatımda. Diyorum ya, huysuzum huysuz.
Ama son zamanlarda hayatımı bir köy yoluna benzetiyorum.
Arada sallanıyoruz, ve kayaları teğet geçiyoruz; ama gidiyoruz. Yolun kenarında kocaman ayçiçeği tarlaları uzanıyor ve camı biraz açıp derin bir nefes alınca, her şeyin yolunda olduğunu hatırlıyorum.
Yalnızca bu yazdan, ya da gelecek yıldan bahsetmiyorum. Bunların hepsi bu dolambaçlı yolun farklı etapları sadece. Ve bana gittiğim yere yaklaştığımı gösteren dev tabelalar...

Gittiğim yer ise ait olduğum, ve çok uzun süredir hasretini çektiğim bir yer.

Ve ne kadar huysuz olursam olayım,
çılgınca heyecanlandığımı ne sizden ne de kendimden saklayacağım!
Evet, evet, fazlasıyla heyecanlıyım.
:)

10.2.12

"I found a dream.."

"..that I could speak too
a dream that I can call my own"
- Etta James
(Dinle)


Keyfim öyle yerinde ki. Ve sebebi şu yukarıdaki şarkıdan başka bir şey değil.

-Biliyorum buralar alışık olduğunuzdan da fazla müzik doldu son zamanlarda, ama öyle bir dönem yaşıyorum gerçekten.-

Salı akşamı müzik yapmaya gideceğimi söylemiştim, öyle de oldu, kendim gibi bir salon dolusu insanla jam yapma fırsatı buldum ve ben de şu yukarıdaki şarkıyı söyledim.
Ah o şarkı yok mu.
O şarkı olmasa benim halim ne olurdu.
Söylemeyi bu kadar çok sevdiğim, hatta belki de bu kadar iyi bildiğim başka bir şarkı gerçekten yok.

Etta James'i birkaç hafta önce kaybettiğimizde üzülmemin en büyük sebeplerinden birisi de buydu işte.
Bana ne söyleyeceğimi hiç bilmediğim anlarda sarılabileceğim bir şarkı verdiği için.
VE harika bir kadın, harika bir vokalist olduğu için.

Keyfimin yerinde olmasına gelince de sadece şunları söyleyebilirim:
Bir şarkı söylerken, sizi dinleyen insanların ne dediğinizi ve ne hissettiğinizi anlaması ve bunlara karşılık vermesi kadar muhteşem bir şey yok.
En azından en büyük hayali hayatını müzik yaparak geçirmek isteyen "ben" için bu böyle. :)
Salı akşamı da hayalimi bir kez daha bulmuş oldum.

2.1.12

2012.

Sütlü kahvenin tadı, aynı.
Son ana bırakılan ödevlerin stresi, aynı.
Akvaryumum da şebelek şebelek yüzen balıklarımın şebeleklik kat sayıları, aynı.
Odamın dağınıklığı, aynı.
Okunması gereken kitapların, kitap okumaya ayırabildiğim vakte oranı, aynı.
Dinlediğim müziklere eşlik etmekten duyduğum keyif, aynı.
Geleceğe olan merakım ve endişem ve heyecanım, aynı.
Yarın erken kalkacağımı biliyor olmanın azabı, aynı.
Yapmam gereken şeyleri ertelemeye olan müthiş yeteneğim, aynı.

Bu kadar çok şey aynı iken, nasıl yeni bir yılda olabiliriz ki?

"When she was just a girl,
She expected the world
But it flew away from her reach
So she ran away in her sleep
...
This could be Para-Para-Paradise"
-Coldplay




Not: Blogum üç yaşında!

26.12.11

"C'est Noel"

Champs Elysees sokaklarında küçük Noel tezgahlarının bittiği yerde, ortalama bir kalabalıkla Jeff Buckley'nin tarzıyla Hallelujah söyleyen bir sokak müzisyeni gerçekten çok tatlı oluyor.

Ama bir sonraki şarkıya geçip, She Will Be Loved söylerken, içine çöp ve eski metal parçaları doldurduğu alışveriş arabasını itekleyerek müzisyenin yanına gelen evsiz adamın muhteşem bir ritim duygusuyla iki eski bagetle şarkıya eşlik edişi ciddi anlamda büyüleyici oluyor.

Müzik, gerçekten her yerde.
Ve hepimiz, eğer kendimize izin verirsek, onun bir parçası olabiliyoruz.

Adamı izlerken kendimi alıkoyamadığım bir düşünce vardı ki, beni hem kendi geleceğim hem de yaşadığım toplumun geleceği için telaşlandırdı: Bir zamanlar belki de gerçekten yetenekli bir müzisyen olan bu adam, şimdi açtı ve sokaklardaydı. Ne kadar yetenekli olduğunun, ve doğaçlamaya olan kabiliyetinin bir grup turist dışında -yanındaki "müzisyen için bile, çünkü daha sonra onu yanından kovdu- kimse için bir önemi yoktu...

Umarım orada olan diğer insanlar da bu sıradışı adamdan benim kadar ilham almışlardır...
Belki döndüğümde çektiğim video'yu buraya koyarım.

Şimdilik kutlayan ve kutlamayan herkese mutlu Noeller.

5.11.11

Hakim Duygu Üzerine

Son zamanlarda hayatım oldukça sessiz.
Aslında değil.
Aslında olup biten çok şey var ama aklımda pek bir hareket yok.
Günlerin geçişini izleyebilecek bir hızda hareket ediyorum.
Bu haftasonu aylardır okuduğum kitabı bitireceğim mesela; ve mutlaka iki üç film izleyeceğim.
Kafamın ne kadar karışık, geleceğin ne kadar bulanık olduğunu fark ediyorum her geçen gün.
Yapmak istediğim çok şey var; bunları nasıl yapabileceğime dair ise pek bir fikrim yok.
Belirsizlik.
Son zamanların hakim duygusu bu işte: Belirsizlik.
Ve tabii ki bu belirsizliğin içinde uçuşan kelimeleri yakalayıp da yan yana getirmek zor oluyor. Bu yüzden bir süredir buraya da bir şeyler yazamadım. En sonunda bari hakim duygu üzerine bir şeyler yazayım dedim.
İnsanın nasıl yazı yazamadığı ile ilgili yazılar yazması hakikaten üzücü oluyor.
Burayı bir süredir takip edenler (Kuşburnu'ndan bahsediyorum) ne kadar sık bunu yaptığımı biliyor olmalılar.

Zencefilli kurabiye yiyip, internette oyun oyanıp, düşünceleri savma vakti.