Sayfalar

31.12.12

Ho ho ho

Bu blog bile yaşlanıyor artık,
inanması ne güç.

Bloguma iyi ki doğdun,
Okuyan bir avuç insana da mutlu seneler!

2012 benim için koca bir rüyaydı, 2013'ün aşacağı çıtayı çılgınca yükselten.
Umarım şu an tüketmekte olduğum fındık ezmesi - çikolata karışımı kadar tatlı bir sene olur hepimiz için.

Sevgiler,
Pipe Dreams

24.12.12

Justified (?) Laziness

One of those times
I feel beyond crappy.
One of those times I question this foreign language
which belongs to everything familiar
to all the songs I love
all the songs I love to sing.
So it's no surprise to me when I feel the need to write
in this foreign language.

15.12.12

Moanin'

This is the notion "Badass" put into song:


19. ve 20. saniye arasındaki o tepkiyi her dinlediğimde kendim de veriyorum.
O kadar o kadar o kadar "güçlü" ve "ruhlu" bir şarkı ki. Anlatmaya benim gücüm, ruhum yetmiyor.
Bir gün bu insanlarla aynı kaderi paylaşmak en büyük hayalim.

Mingus, you. are. the. man. No doubt in that.

29.11.12

18.11.12

gave up


















Hani bir şeyler yapmak istersin, çok istersin ve aslında kafanda da pek mümkündür
ama yine de yapmazsın ya.
Öyle bir şeyler.

28.10.12

Var da Var Sendromu

Herşeyi son dakikaya bırakan bünyem, kahveye de tepki vermeyi bırakınca inceden bir ürperti içimi sarmadı değil.
Ufacık bir ev kedisine dönüşmek için çok geç diyorlar.
Düğün düğün dolaşıp yeni çifte atılan paraları toplayasım var.
Beni okutun yazan tişörtler giyesim var.
Şiir yazasım,
Şarkı yazasım,
Kitap yazasım var. Şunları yazmaktansa.
Film izleyesim, dizi izleyesim var.
Konsere gidesim var.
Uyuyasım var çok fena. Kahveyi sütlü içmeyi bırakmam mı gerekiyor?

Bugün geriye dönüp baktığımda geçtiğimiz senelerin yıkımları veya büyüleri ufacık gözüküyor.
Oran orantı yaptığımda bundan 20 sene sonra şu an çoktan unutulmuş; bu anın getirileri yalnızca bir deneyim olmuş bitmiş olacak.
Defterin üç beş sayfası - blogun bir iki iletisi için bu panik çok değil mi? diye düşündürüyor insanı.

Benimkisi iyinin kötünün savaşı değil de, bilmiyor olmanın verdiği bıkkınlık. Yetti bu kadar gizem gibi.
Haksız da değilim hani.
Ben ki başladığım kitabın son sayfasını okuyan bir Indefinitely'yim; bence şu birkaç aylık çilenin sonunu da bilmeye hakkım var? Ne dersiniz?

Kulaklığı takıp, müziği açıp, gözümü kapadığımda sanki hiçbir şey yokmuş gibi oluyor.

"I'm not sure if I belong here, my my..."
- Yes Sir Boss

25.10.12

Easiest Girl Alive

Çikolata, müzik, kahve.
Kalbime giden yol bu üçünden geçiyor.
Bu kadar ucuz, bu kadar kolay bir kızım.
Utanırım sanıyorsunuz - utanmıyorum da.

19.10.12

Bung bung bung bung bung bung

Öyle bir yerdeyim ki;
"Gerçekten istersin" felsefesiyle çok çok isteyip kocaman hayaller mi kursam;
Yoksa "Çok düşünürsem 'jinx' edeceğim" veya "Çok istersem ve olmazsa çok üzüleceğim" felsefelerinden birini seçip istediğim şeyleri çok düşünmesem mi
karar veremiyorum.

Bunu söylediğimde "Dalga mı geçiyorsun?" dedi Miles.
Hiç dalga geçmiyorum. Hakikaten böyle saçma bir hallerdeyim.

Uyuyup uyansam birileri benim için yapmam gereken herşeyi yapsa ve olsa istiyorum.
Ya da mesela zaman ben işlerimi bitirene kadar dursa?

"Please turn on your magic beam,
Mr. Sandman bring me a dream"
- The Chordettes

16.10.12

The Blabbery.

"Be the man of your words." How wrong is it, of us, all of us to think that this sequence of words should mean "Keep your promises". A man of words is the least trustable if you ask me. I am one of those of their words; and let me tell you: words are sneaky. They don't come when you expect them to do so. And when they do come, most probably on an improper occasion, they never come alone. They bring their friends. And families. And acquaintances. And enemies. And every other word. So, then, when you want to put a period down, they pull it down with their weight, all of them, make it a comma, so they can keep coming. Sometimes they don't even bother doing that. They keep coming after the period. There is no stopping them. No way. So, how can one possibly expect a man of his words to be trustworthy. How, when we all know that it's not really up to him to be trustworthy or not. It's the words' choice. It's a conviction, decided by words and applied by words. Therefore, he leaves, because the words have come to the conclusion it's better for him to leave. And there is no reason to blame him, because the words have made him come this way, anyway.

2.10.12

"Complicate to clarify"

The Story of the End of the Story
BY JAMES GALVIN
To keep from ending
The story does everything it can,
Careful not to overvalue
Perfection or undervalue
Perfect chance,
As I am careful not to do in telling.
By now a lot has happened:
Bridges under the water,
No time outs,
Sinewy voices from under the earth
Braiding and going straight up
In a faint line.
I modify to simplify,
Complicate to clarify.
If you want to know your faults, marry.
If you want to know your virtues, die.
Then the heroine,
Who resembles you in certain particulars,
Precipitates the suicide
Of the author, wretchedly obscure,
Of that slim but turgid volume,
By letting slip:
Real events don't have endings,
Only the stories about them do.

1.10.12

How the monologue ends:

"...But being here was not out of my wildness – it was pure frustration, the will to skip the unnecessary drills; ergo this unexpected waiting was evermore frustrating for me. [pause] I must say the others seemed fine waiting. Almost like they have been waiting for this their whole life… Like this was going to be that climactic moment in their lives that would give them the push to their resolution. It would give them a push aright, and it would lead them right down that climax. Pathetic. [pause] Me? I personally didn’t want any of this. I thought I’d be spared from it all, the whole drama – like they used to let me skip gym because I’d tell them I had Ballistophobia. Fear of round objects, bullets, missiles. Though accuracy was not a concern: The dumbass coach would eat up anything with more than 10 syllables as a disease. Wild, huh? [pause] But this one? This one was supposed to be the easiest way out. From it all, the whole drama. [points her fingers to her head like a gun] BAM! And you’re out! And then even God does not want to bother with you anymore. At least that was what they told me. [pause] But here I am, waiting to meet the divine One, waiting for me to ask for forgiveness and mercy. Even though I am not worthy of his forgiveness or his mercy. What a narcissist. [Looks at the paper] What a bag of bullshit."

(by pipedreams)

24.9.12

Letter #9

"I love the way I know things that you don't know.
Things, in reality, that you should know.
And the sad truth is, I can't just come up to you and start telling them.
You should find them out yourself.
They should just 'come' to you.
All the more reason for me not to believe in God.
Cause apparently he can send down books but he can't do this little favor for me.
It's certainly not more than 3 words.
5 at most, if you want to go overboard."

17.9.12

Adequete ya da Yeterli

Masaüstümde "Gelecek" başlıklı bir dosyam var.
İçerisinde yalnızca başvuracağım okulların geçen yılki başvuru bilgileri ve burs olasılıklarına ait bilgiler yazan Word dosyaları var.
Gelecek kavramım böyle sığ işte gördüğünüz gibi.

Karşılıklı mesajlarımıza "Anladım." diye başladığımız bir arkadaşım var.
Hiç fark etmeden yazmışız, mesaj kutumu temizlemeye karar verince fark ettim.
Gerçek dostluk böyle kaygısız bir anlayışlılıkla sürdürülüyor heralde, diye düşünmeden edemedim.

İnsan birisini sevdiği zaman, hele de "daha çok seven" taraf kendisi ise, kesinlikle kendisini ele vermek istemiyor.
Düzeltme: Pipedreams birisini sevdiği zaman, hele de "daha çok seven" taraf kendisi ise, kesinlikle kendisini ele vermek istemiyor. Nefret ediyor bundan. Bilmesin istiyor. Biliyorsa da iyi bok yedi, diye düşünüyor.
Peki şimdi? diye düşünüyor.
Bunu bilinci nasıl kucaklayıp nasıl olduğu gibi sürdüreceğiz hayatımızı? diye düşünüyor.
Hayır bir de öyle bir kelime dizisi kurmuş ki, nasıl sinirleneceğini şaşırıyor.
Sinirlenemiyor tabii.
Nadir durumlardan bir tanesi.

Hiç aşamadığım bir "yarın yaparım" duygum var.
Tembellikten öte. Kendi kendimi öyle nefis kandırıyorum ki, kendime öyle inanıyorum ki, sanki o yapmam gereken şey zaten yarının işiymiş gibi. Bugün yapsam dünya tersine dönecekmiş, bütün hayatım mahvolacakmış gibi.
Kendime anlattığım gibi size de anlatsam siz de "Bırak canım saçmalama yarın yap şunu" dersiniz.
Öyle bir güvence dolu tembellik.

Gözlerimi kapayıp sonsuza dek bir müzik videosunda yaşayasım geliyor.
"Should I give up?"
Neredesin neredesin neredesin nerede nerede nerede nerede?
"Or should I just keep on chasing pavements even if it leads no way?"
Söyle de bilelim.

16.9.12

Çöküm ve Konsantrasyon

Kimse şu Home'un yanındaki Story'nin devamını merak etmiyor mu?
Hiç görmüyorum buralarda "Pipedreams neden devamını yazmıyorsun?" "Lütfen artık yaz?" "Kızla oğlan tanışacak mı?" "Yaşlı kadın ölecek mi?" "Nolur yaz artııık" falan gibi yorumlar.
Nerede yazara destek?
Nerede sanatçıya sevgi?

İnceden bir çöküm yaşadım, içimi döktüm, şimdi iyiyim.

Ertele ertele herşeyi erteler oldum.
Bu kadar gelecek var mı önümde o da ayrı bir merak konusu?
Peki ya "önümüzdeki birkaç ay" adlı gelecek dilimi? Ona sıkışması icap eden onca iş, telaş, korku?

Konsantrasyon hiç sahip olmadığım bir şeydi.
Şimdi nasıl öğrenilir ki?

9.9.12

Just a paper bag

Haftanın şarkısı da şöyle başlıyor:

"I was having a sweet fix of a daydream of a boy
Whose reality I knew, was a hopeless to be had"

Fiona Apple'ın sesinden herşey ayrı bir duygulu geliyor sanki. Bu kadını dinlemek öyle güzel ki.
Bir de şu videodaki çocukları tek tek yemek istiyorum.

"He said 'It's all in your head,' and I said 'So's everything'
But he didn't get it..
I thought he was a man,
But he was just a little boy..."

Ve son olarak, geçtiğimiz bir kaç yılın mottosu da bu şarkıda barınmaktaymış da haberimiz yokmuş:
"Hunger hurts, but starving works, when it costs too much to love"

So's everything.

6.9.12

thinking of you

"You said move on where do I go?
I guess second best is all I will know
'Cause when I'm with him I'm thinking of you"
- Katy Perry*

(*bunu ben de beklemiyordum, ne diyeyim...)

Sen kimsin ve neredesin ve ne zaman burada olursun bir de onu bilsem. Konu kapanacak...

3.9.12

Cheeky grin on a blurry face

"Out here is a point where the oceans meet and that's part of Felipe now. It will complete everything."





Hiç tanımadığım ve tanımayacağım bir insanın yokluğunu hissetmeyi de öğrenmiş oldum.
İnsan gülen bir surat gördüğünde onun kaybolacağına inanmak istemiyor.

It's a mystery to us, how real the songs we sing can get.
How we narrate our lives with them,
And how they bring us to life and take us to our death.

2.9.12

Something Even Non-Believers Can Believe In

"What's it all about, Alfie?
Is it just for the moment we live?
What's it all about when you sort it out, Alfie?
Are we meant to take more than we give?
Or are we meant to be kind?
And if only fools are kind, Alfie, then I guess it is wise to be cruel..



"And if life belongs only to the strong, Alfie,
What will you lend on an old golden rule?
As sure as I believe there's a heaven above, Alfie,
I know there's something much more, something even non-believers can believe in..

I believe in love, Alfie...
Without true love we just exist, Alfie.
Until you find the love you've missed you're nothing, Alfie.

When you walk let your heart lead the way, and you'll find love any day, Alfie..."

lyrics by Hal David (and music by Burt Bacharach)


***

Son günlerde bir sürü insandan dinlemekte olduğum büyü işte bu.
İçimde tutamayacağım, birkaç satırını şuraya yazayım, diye gecenin 3 buçuğunda yazmaya başlayınca hiçbir sözüne kıyamadım.
Burt Bacharach en çok gurur duyduğu ve sevdiği bestesi; Hal David'in hatta bütün söz yazarlarının yazmış oldukları arasından en güzel sözler olduğunu anlatıyor.

Sözler karşımda ve Burt Bacharach'ın yorumu kulağımda boş salonumuzda oturuyorum ve bu postun nereye gideceğini merak ediyorum doğrusu.
Sözlerden tutup aşktan mı bahsetmeliyim?
Yoksa ileride böylesine muhteşem bir beste yapıp yapamayacağıma dair kaygı ve heyecanlarımdan mı?
Bu iki konunun etrafından dolanıp gelecekten bahsedebilirim..
Hayallerimden mesela.
Sonra bu kocaman gelecek çerçevesini ait olduğu duvara asıp, yalnızca 7-8 saat sonra uyanacağım yarından bahsedebilirim...

Yarın uyanıp yaşayabileceğim birbirinden çok farklı birçok gün olduğunu biliyorum.
Yapabileceğim o kadar çok şey var ki - ve bunların hiçbirini yapmama seçeneğim.
İnsan böyle böyle deliriyor olmalı, fark ettikçe.

Hepsi senin yüzünden, Jude Law suratlı Alfie.

Ve işte size bir sır:
Bunların hiçbirinin pek de bir önemi yok.
Ben sadece şarkı söylemek istiyorum, sevdiğim insanların çaldığı müziğe katılmak, karışmak.
Sevmek istiyorum. Çok sevmek. Ve elbette sevilmek. Sevdiğim kadar çok sevilmek.
Yalnızca bunların önemli olduğu, bunların bize yettiği bir şekilde yaşayabilmek...

So Alfie, what's it all about?

12.8.12

"Goodbye's the saddest word I'll ever hear"

18 yıl oldu.
Gitmek hiç kolaylaşmadı.
Hiç düşünmeden hiçbir yerden ayrılamadım.
Hep bir geçmiş-bugün-gelecek değerlendirmesi, alternatifleri öngörme çabası, hüzün havası...

Hiç mi hiç kolaylaşmadı.

10.8.12

The Hardest Part (Coldplay)

The hardest part of being alone in a foreign city and feeling blue is being alone in a forign city and feeling blue.

Gülmeyi pek seven bir çocuk olarak, bol bol güldüğümü belirtmek isterim. Fakat içimdeki sıkıntının giderayak tavan yapmış olması hiç hoşuma gitmiyor.
Evren tarafından torpilli olduğunu düşünmekte olduğum insanlar kutlamalarını yaparken, neden ben kendi kendimi mutlu etmek zorunda kalıyorum ki?
 Beni bu kendini geliştirme zırvaları bitirdi desem yeridir.
Kendi kendimi yeterince güldürüyorum. Görenler deli sanıyor.
Artik ben de hayat değiştiren güzel tesadüfler ve mucizeler istiyorum.

9.8.12

Olmadığında

Beklenenden çok daha güzel geçen bir konseri ve büyük bir hayranlık duyduğum bir insandan içten bir tebrik almayı,
ancak bu şekilde dengeleyebilirdin evren.
Hatta bırak dengelemeyi, dengeyi ancak bu kadar nefis tersine çevirebilirdin.

İstediğim şeyi hak edip etmediğimi bilmemek, şimdiye dek bulunduğum en çaresiz durum.
İstediğim şeyi yalnızca istemek için bile yeterince iyi olup olmadığımı bilmemek.
Ve tüm bu ikilemleri ortadan kaldıran "hiç".

Çok nadiren bir şeyleri gerçekten isteyen,
Tutkularını belirli bir yönde yoğunlaştırmış,
İşte bu yüzden de bir şeyi arzuladığında onu bütün kalbi ve ruhunun her parçasıyla arzulayan bir insanım.
Ve işte bu yüzden gerçekten istediğim şeyler olmadığında bütün kalbim ve ruhumun her parçası çürüyormuş gibi hissediyorum. Sanki dünyanın sonuymuş gibi.

Halbuki değil.
Ama bunu algılayabilecek, kabul edebilecek ve devam edebilecek bir kalbim ve ruhum kalmamış oluyor.
Yalnızca birkaç gün için.
Ama yine de.

5.8.12

New Home


New Home, originally uploaded by Indefinitely.
Bu geceki evim ve yorgun ayaklarim.

Bugun hayatimin devami icin cok kritik bir 15 dakika gecirdim ve ne bekleyeyim hic bilmiyorum..

Gozlerinizi kapayip, derin bir nefes alip "umarim Pipedreams diledigini basarir" derseniz cok makbule gececek.. :)

31.7.12

Copley


Soul Queen, originally uploaded by Indefinitely.
Boston'da her an bir yerlerde müzik yapılıyor.
Hele de şu sıralar -benim an itibariyle 1 saatlik uzaklıkta olduğum- şehir merkezinde resimdeki sahne kurulu duruyor ve yeterince şanslı olduğumuz geceler inanılmaz insanların performanslarını izleyebiliyoruz.
Tren kaçırma pahasına da olsa :)

30.7.12

Stuart Street, Boston

Buralarin en garip'i benmisim gibi geliyor.
Sokaklarda yururken genelde kendi kendime konusuyor, kimi kimi sarki soyluyorum.
Aklima cok takilan swing sarkilarina dogaclama yapmaya calisiyorum.
Buldugum her ekstra zamanda kendimi ilk gordugum Starbucks'a atip soya latteyle acilisini saglikli yaptigim siparislerin sonuna cikolatali limonlu kekler ekliyorum.
Olur olmadik yerlerde Skype yapiyor karsimdaki duysun diye bagira bagira konusuyorum. -Annem hala telefonundaki programlari cozemedi, ne yapayim.-
Arada icimdeki sosyallik tasiyor, trende ya da cafelerde yanimda oturan insanlarla tanisiveriyorum.

Bir yerlere gec kalmadigim surece gulumsuyorum.
Bazen hic tanimadigim insanlara bile gulumsuyorum.
Burasi ev degil belki ama yabanci bir yerde degil artik, bunu gercekten hissediyorum.

Ama soylemeden edemeyecegim: Su sehirdeki renkleri toplasan etegimdeki renklerin yarisi etmez, yesil kulakliklarimla yarisamazlar.

18.7.12

Tall soy milk latte


Tall soy milk latte, originally uploaded by Indefinitely.
Her gün iki doz alıyorum kendisinden. Altındaki paketteki mamalar da moduma göre değişiyor.

Kahve eşliğinde gunün dersini de almak isteyenlere ise su sözcükleri sunuyorum:
İnsan ancak imrendigi insanlarla bir arada oldugunda kendini geliştirmek istiyor.
Bu cümlenin öznesini hiç çekinmeden Pipedreams'e çevirebilirsiniz, alınmam, aksine pembelesip "haklısınız" derim.

Daha bugün tanıştığım halde beraber müzik yapmaktan inanılmaz keyif aldığım bir avuç insanla bir aradaydım bugün.
En fazla 2 saatligine.
Bahsettigimiz insanlar öyle yetenekli kihic sorgusuz sualsiz önlerine koyduğum çakma skorlardan müzik yapabiliyor; öyle kibarlar ki ben heyecandan şarkı söyleyemediğim halde bana "iyi ki geldin!" diyorlar. Böyle de komik, tatlı insanlar.
Bir sonraki provayı bekleyemiyorum, dediğimde, az bile diyorum.

***

Bir de ben bunları yazmakla debelenirken, karşımdaki Berklee binasını itfaiyeler sardı, ve ben yazmayı bitirdiğimde ortamı terk ettiler. Kısacası burada hersey yolunda..

9.7.12

Bits & Pieces

This is the midst of a journey to begin another

***

I just saw a green airplane take off. Becuase from where I'm sitting, you can. And I wonder, for the sake of such a lovely color, where I would be going if I were on that plane.

***

I'm taking good care of myself. Escept for the M&Ms. But that's for seratonin. Yes. Indeed.

***

I keep thinking about what Chester told me. I keep thinking about Chester too.

***

I hardly believe that he was being honest, but I think it's a good thing that he bothered o say something nice to me. That right there is promise. And hope. And motivation.

4.7.12

Gitme Mevsimi

Yine o dönemdeyiz:
"Gitme Mevsimi"
Ben ve çevremdeki bir çok insanın kendini geliştirmek, kendini göstermek, kendini bulmak, kendini anlamak için "gittiği" mevsim.

Şimdiye dek çıkacağım en uzun yolculuk için bavul yapmam gerekiyor.
Şu an saat 20:23.
Uçağım yarın öğlen 12:00'de kalkıyor.
Evden sabah 07:00 gibi çıkmayı düşünüyoruz.
Asla istediğimiz zamanda evden çıkamadığımız için çıkışımız -en iyi ihtimalle- 07:30'u bulur diye düşünüyorum.
Bu bana, kabı olmayan su kütlelerinin yayıldığı gibi yayılmış olduğum odamı iki bavula sığdırmak için 10 saat 7 dakika bırakıyor.
Ben bu hesabı yapana kadar sürem 10 saat 4 dakikaya düştü bile.

Kendimden beklemediğim bir içsel panik, dışsal sakinlik içerisindeyim.
İçimde hiç durmak bilmeyen bir hortum var sanki. Bedenimin içindeki her şeyi savuruyor fakat derim öyle sert ki, içeride kısılı kalıyor. Dışarıdan baktığınızda ise uykulu ve huzurlu bir ben göreceksiniz.

Heyecanlanmamam saçma olurdu. Biliyorum.
Ne kadar uzun süredir yarın bineceğim uçağı beklediğimi beni azıcık tanıyan herkes bilir.
Yine de içime biraz daha hakim olabilmek isterdim.
Ya da en azından bavulumu toplayabilmek...

Derin bir nefes.

Ve işime dönüyorum.

Boston'dan bir isteğiniz var mı?

26.6.12

Sang, Romanticised, Found: The Script

"The truth is, I spent a lot of my childhood singing when the other kids were outside playing football and getting into trouble." 
(Danny O'Donaghue)
"I'm not trying to romanticise it, where we grew up was a shit hole, it was stealing cars, all the usual bollocks, but music gave me a sense that I could break away. I know it sounds like a cliche, but to me, as a kid, that was my way out." 
(Mark Sheehan)
"My mother always said to find one thing in life that you're good at and the day I picked up thesticks I found it."
(Glen Power)


***


4 sene kadar önce İngiltere'ye gittiğimde içinde kaybolduğum dev bir müzik dükkanının dış duvarlarında dev gibi bir poster vardı.
Mavi bir arka plan, dans eden sarışın bir kadın ve bir gökkuşağı hatırlıyorum.
Bir de bir grubun adını.
Nasıl unutabilirdim ki?
Şimdiye dek gitmiş olduğum en büyüleyici yerin dış cephesini kaplayacak kadar büyüleyici olması gereken bir müzik yapıyor olmalılardı.
Ama öyle ya, daha önce dinlememiş olduğum müziklerin albümlerini almadan hep iki defa düşünürüm. Bu vakada ise yalnızca iki defa değil, defalarca düşünüp almaktan vazgeçmiş idim.


Bugün Dream'le laf olsun diye girdiğimiz dükkanda albümü "fırsat" tabelası asılmış bir sepetin içinde bulana kadar.
Fırsat. Mesaj açıktı.


Çok büyük bir pop hayranı olmadığımı söylemeliyim. Fakat beklentilerimin çok üzerindeki bu albümü paylaşmadan edemezdim. Hele de müziğe karşı böyle tutkulu adamların ellerinden çıkmış bir albümken.

The Script - If You See Kay

25.6.12

The Issue

"You know what the issue is with this world? Everyone wants some magical solution to their provlem and everyone refuses to believe in magic."
(Mad Hatter "Once Upon A Time")

22.6.12

"Dev Kazak" ya da "Fil"

Yiyemeyeceğini bildiği halde utanmadan kaymağın üzerine balı boşaltan;
Anlamadığı sanat eserlerine anlam katmaya çalıştığımda benimle umarsızca dalga geçen;
İş filmlere geldi mi pek seçici ama haklı da olan;
Bir başka sergide kendini bulduğunu idda ederek file benzeyen dev bir kazağın resmini çeken;
Girdiğimiz tipi kayık bir binada arkamıza kapınan kapıyı duyunca benimle aynı korku filmi sahnesini düşününen;
Benimle yemeğini paylaşıp, sadece içebildiğimiz için içtiğimiz şarabın beyazıyla bana eşlik eden;
İstesek de bulamayacağımız bir tatta geçen bir konserde en az benim kadar eğlenebilen bir arkadaşım var.
Kendisi deniz kızı ariel'in eltisi, Minnie Mouse'un gardrop düzenleyicisidir aynı zamanda.

Bir de çok tatlıdır.
"Ciğerime işlemiş", ben de "kafa bırakmamış" bir ördek yavrusudur o.
Aman benden duymuş olmayın.

İyi ki doğmuş idin.

18.6.12

5 dakika mola.

Başıma harika bir şey geldiğinde, bu harika deneyimin ilk 10 saniyesinde öyle panik oluyorum ki deneyimin gerçekleştiği alandan uzaklaşmam; biraz sakinleşmem, ve ancak sakinleştikten sonra geri dönmem icap ediyor.
Ve söz konusu harika deneyim birisiyle tanışmak ya da konuşmaksa şayet,
"siz bi 5 dakika durun ben sakinleşip geliyorum" demek çok yersiz olacağından,
Panik halinde bir 5 dakika konuşup, sonrasında mavi ekran vermeye başlıyorum.
Konuşmayı devam ettiriyorsam saçma espiriler yapıyor, ya da daha kötüsü saçma bir espiriyle konuşmayı sonlandırıyorum.

Halbu ki bir 5 dakika verseler bana, dönüşüm muhteşem olur.

14.6.12

Where My Heart Is

Külahtaki dondurmalarımızdan beter eridiğimiz şu günlerde, her şey ayrı bir güzel.
Evet sürekli olarak sıcaktan şikayet eder haldeyim, evet huysuzum; ama gerçekten güzel günler geçirdim.

Nefis müzikler dinledim.
Nefis insanlarla bir aradaydım.
Öyle nefislerdi ki; yaptığım için beni en çok utandırabilecek hatalara karşı bana içtenlikle gülümseme gücü verebildiler.
Şimdi hepsine teker teker sımsıkı sarılasım var.

Ve tabii Dream.
Popo popoya yaşadık neredeyse, nasıl benden sıkılmıyor anlamıyorum :)

***

Bugün yaz programımın sorunsuz geçmesi için gereken son hamleyi de yapmış bulunuyorum.
Pasaportuma yeni bir vize basılıyor ve ben o vizeyle "yukarı yukarı ve uzağa"* gideceğim.
İniş yapacağım toprak parçasında benim gibi bir avuç insanla müzik yapacağım.
Gezeceğim, daha fazla müzik yapacağım, müzik dinleyeceğim, daha da fazla müzik yapacağım.

Daha kısa bir gelecekte de (yarın) aynı aktiviteleri gerçekleştireceğim: sevdiğim insanlarla, sevdiğim müziği paylaşmak.

Canımı sıkacak bir şeyler hep var, yok değil. Doğruya doğru, bir göbek dolusu sinirbozucu şey var hayatımda. Diyorum ya, huysuzum huysuz.
Ama son zamanlarda hayatımı bir köy yoluna benzetiyorum.
Arada sallanıyoruz, ve kayaları teğet geçiyoruz; ama gidiyoruz. Yolun kenarında kocaman ayçiçeği tarlaları uzanıyor ve camı biraz açıp derin bir nefes alınca, her şeyin yolunda olduğunu hatırlıyorum.
Yalnızca bu yazdan, ya da gelecek yıldan bahsetmiyorum. Bunların hepsi bu dolambaçlı yolun farklı etapları sadece. Ve bana gittiğim yere yaklaştığımı gösteren dev tabelalar...

Gittiğim yer ise ait olduğum, ve çok uzun süredir hasretini çektiğim bir yer.

Ve ne kadar huysuz olursam olayım,
çılgınca heyecanlandığımı ne sizden ne de kendimden saklayacağım!
Evet, evet, fazlasıyla heyecanlıyım.
:)

5.6.12

To. Do.

Hep hep hep hep hep yapacak çok işim var. Ya da bana öyle geliyor. Aslında öyle.

Ve aslında yapma sorumluluğunu üstlendiğim her şeyden de inanılmaz bir keyif alıyorum.
Ama hep yapmadığım, yapmak isteyip de bu daha büyük sorumluluklar sebebiyle yapmaya vakit bulamadığım şeyler kalıyor.
Bir de yapmak zorunda olup "amaan" dediklerim var ama o kendi halt yemem.

Herneyse,
asıl anlatmak istediğim, şu an laptopumun arkasında dolabıma asılı duran "to-do list"imin dramı idi.
Görüp görebileceğiniz en sevimli yapılacaklar listesi kendisi. Yalnızca benim kültürel ve sosyal gelişimimi, sağlıklı yaşayışımı destekliyor. Ama bilmiyor ki ben sabah 6'dan akşam 7'ye kadar gözümü bile kırpmıyorum ve eve geldiğimde tek istediğim tembellik, tembellik ve tembellik yapmak oluyor.

İşte bu yüzden bırakın sevdiğim bir romanı okumayı, okumak zorunda olduğum kitapları bile doğru düzgün bitirmedim.
Ya da her gün yeni işaret kelimeleri öğrenemedim.
Ya da her gün haber okumadım, araştırma yapmadım.
Ve elbetteki bir kitap yazmadım. (Yani listede kitap yaz demiyor ama, yazı yaz diyor. Bir şeyler çizikti baabında.)

Listeye en son sömestr tatilinde tik atmış olmak, boş kutucuklara baktığımda bazen beni gerçekten üzüyor. Çünkü bir çoğu öyle çok zaman alacak şeyler bile değil; ama inanın doğasında bu kadar tembellik olan bir insan için son 4 yıldır insanüstü bir performans sergiliyorum. Ve yapılacak listelerim ve sitemkar post-itlerimin arasında, bazen gerçekten de kendimi şu halde buluyorum:

To Do List, originally uploaded by Boy_Wonder.

Annemlerin söylediğine göre, biberondan süt içerken dilimi biberonun deliğine tıkadığım gibi uyuyakalan bir bebekmişim.
E gerisini siz düşünün.

4.6.12

Finaller mi?

Böylesine sakin geçen bir final dönemi hiç yaşamamış idim.
OH BE.

1.6.12

Mektup #8

"Lütfen beni yanlış anlama.
Ama bu, bu kadar kolay olmamalıydı.
Tamamen senin suçun olan yokluğunun hayatımızda, bir iki kelimeyle örülemeyecek bir yarık açtığını sen de biliyor olmalısın. Sana bunu ben söylememeliyim. Biliyor olmalısın.
Ve bu yüzden sakın sana karşı uzak davrandığımda bana olgun olmadığımı söyleme hatasına kapılma.
Çünkü gerçekten uzağız.
Aramızda dev bir boşluk ve üzerinde yürümemiz için ortaya attığın iki tane zavallı kelime var."

29.5.12

İçimden Gelen.

"Kalbimde bir şarkı tınladı,
İçinde yalnız sen ve o vardı..."

Bu sözlere şans eseri bugün rastladım.
6 Haziran'da Galatasaray Lisesi'nin festivalinde performans verecek olan BİZ grubuna ait sözler.
Bu grubu bugün bulmam kaderin bir cilvesi olsa gerek, çünkü gerçekten güzel şeyleri keşfetmeye ihtiyacım vardı, kafamı dağıtabilmek için.

Türkiye'de güzel indie müzik yapılıyor mu? sorusunu kendi kendine soran bir tek ben miyim bilmiyorum ama bugün cevabımı bu grup sayesinde almış oldum: Evet.

Kendileri kült alternatif şarkıları cover'lamakla kalmıyor (Bkz: "Aklım Nerde?" Where Is My Mind - The Pixies) yepyeni albümlerinde kendi bestelerini de yapıyorlar.
Az sonra ise Death Cab For Cutie tadında bir bestelerinin pamuk şeker esintili klibini göreceksiniz.
Gözlerinizi kapama arzusuna direnip, videoyu izlemenizi tavsiye ederim.


Beğenenlerle 6 Haziran'da Galatasaray'da görüşürüz belki...

Toz, duman, rüzgar.

Hiç düşünmüyor insan.
Düşünmemek kolay çünkü, öylesi daha rahat.
Düşünmediği sürece kırıyor insan.
Kırıyor, parçalıyor, ufalıyor toz ediyor.
Düşünmüyor pek.
Toz olan insan da düşünmüyor, küçük parçalarını alıp rüzgara atıyor kendini.
Başka bir yere bırakıyor.
Nereye gittiğini düşünmüyor pek.
Öylesi kolay çünkü, öylesi daha rahat.
Sonra düşünmeden parçalarını topluyor insan.
Yeniden kırılacağını düşünmeden.
Tozu, dumanı, rüzgarı düşünmeden.
Özür diliyor insan, düşünmeden.
Affediyor insan, düşünmeden.
Affediliyor.
Düşünmüyor pek.
Tozu, dumanı, rüzgarı.
Düşünmek acı veriyor zaten.
Düşündükçe fark ediyor insan,
Kırıkları ve çakma yapıştırıcıyı ve affedişleri
Affedilmişleri.
Tozu, dumanı, rüzgarı.
Düşünmemek gerek.
Öylesi kolay çünkü, öylesi daha rahat...

24.5.12

"Enough to make you go crazy"

Çok sıkı bir denge var hayatımda.
Öyle ki, herşeyin yolunda ve dengeli gittiği zamanları herşeyin sıkıştığı dengesiz zamanlar izliyor.

Bugün çok fazla şey duydum, dinledim, söyledim, söyledim ve bu henüz bir başlangıç.
Hatta bir başlangıç bile değil.
Bir sürekliliğin bir karesi.

Öte yandan bazı yoklukların dengesi hala kurulmuş değil; dengesi nasıl bulunacak onu da çok merak etmekteyim ya...
Böyle günlerde o bazı yoklukların hissi daha ağır oluyor, her saniye hissediliyor.
Kendime bunu bu kadar sorun ettiğim için kızmıyor da değilim, ama ne yapayım, böyle hissediyorum işte.

***

İşte böyle kendi kişisel dünyama dalıp daracık zihin koridorlarımda kaybolacak gibi olduğumu hissettiğimde derin bir nefes alıp, kendimden uzaklaşmaya çalışıyorum.
Olabildiğince uzağa, ve kendimi yalnızca bir tozu olduğum evrene bakarken bulabiliyorum.
Yapılacak ne çok şey var, diye düşünüyorum. "Yapabileceğim" ne çok şey var.
Ve biraz olsun huzur bulur gibi oluyorum.


 Brett Dennen - Make You Crazy .mp3
Found at bee mp3 search engine

Kitap okumayı ve film izlemeyi ve bunların hiçbirini zorunda olduğum için yapıyor olmamayı özledim...

14.5.12

Homemade Jazz

Hayranlıkla izlemekte olduğum,
Tanıştığım için kendimi şanslı hissettiğim,
Ve gördüğüm kadarıyla şu klipteki tatlıların toplamından bile tatlı bir kadının,
Tatlı mı tatlı klibi.


3.5.12

Saman kütleleri

Buralarda yine saman kütleleri sarmallar halinde uçuşur olmuş.
Kimse uğramıyor, ne bir ses ne bir soluk.
Ben de suçluyum ama uzunca bir süredir adam gibi bir şey yazmadım. Neden yazmıyorsun, diye de sormuyorsunuz ya neyse.

Kafamın yoğun, kalbimin yorgun olduğu günler geçiriyoruz yeniden yineden.
Bugün pek çok kahkaha attığım, gün geçtikçe bu kahkahaların daha da yüksek seslere ulaştığı su götürmez bir gerçek. Bazen çevremdekileri şaşkınlığa uğrattığımı görüyorum. Böyle zamanlarda kısa bir kahkaha daha atıyorum, daha sessiz.
Ne yazık ki bu kahkahalar kafamın yoğunluğunu biraz olsun hafifletmiyor.
Bitmeyen telaşlar, sonu gelmeyen yollar içerisindeyim.

Evde olmayı, işsiz olmayı ve tembelliği o kadar çok seviyorum ki.
Bazen herşeyi bırakıp bir ev kedisi olasım geliyor.
Ciddi anlamda tutkulu ve idealist bir insan olmanın bir büyük falsosu var ise, o da yapılan işlerin asla yetmiyor ve bitmiyor oluşu.
Peşinden varınla yoğunla koştuğun başarılar, onlara ulaştığında yalnızca yolun üzerindeki bir taşa dönüşüveriyor ve bir sonraki varış noktasına ulaşana kadar yine aynı telaşları aynı paniği yaşıyorsun.
Yapmakta olduğum şeylerin hiçbirinden gerçekten bıkmadım, çünkü büyük bir inatla yalnızca keyif aldığım şeyleri yapmaya özen gösteriyorum şu hayatta.
Ne yazık ki bu, bunca koşuşturmanın içinde sıkça yorulduğum ve kimi zaman umutsuzluğa düştüğüm gerçeğini değiştirmiyor. Hatta bu kadar tutkuyla bağlı olduğum şeyler için çabalamakta olduğumdan, ufak şeyler ters gittiğinde bile kendimi çaresizliğe düşmüş gibi hissediyorum.

Bazen bana bir "ben" lazım gibi geliyor, şuraya şu yazıları yazmakta olduğum andaki sakinlikte bir "ben". Arada sırada panikleyen "ben"i zaptetmesi için.

İşte bu tip gerginlikler ve sadece gergin olduğum için gerilmeler yaşadığım abuk subuk bir dönem. Kafamda şu canım blog'a yazacak doğru düzgün bir hikayem bile yok gördüğünüz gibi.
Bu sebeple başkalarının hikayelerini çalıp çalıp koyuyorum.
Hala okumadıysanız aşağıda sizi bekliyorlar.

Görüşmek üzre...

28.4.12

Legal

Kalbim toz halindeyken yeni yaşıma girmek de farklı bir deneyim olacak doğrusu.
Neyse ki ilk legal içkim hazır.
Müziği de hazırladık mı...

25.4.12

"How We Met" #2: The Civil Wars


Joy Williams, 29
A singer and songwriter, Williams was born in Michigan but grew up in northern California. She had always sung in church and, at 18, moved to Nashville to record gospel albums and write songs for other artists before forming the double-Grammy-winning duo the Civil Wars with John Paul White. She is married to Nate, and is expecting her first child in June.

We met in 2008 at what, in Nashville, is known as a "writing camp", a gathering of songwriters for the purpose of writing radio singles for a band that didn't even have a name at that point. I thought it was going to be a waste of time, but my publisher wanted me to go, so I said OK.
It was literally a drawing of straws to see which songwriters would be put into which room together, and by the time I got there the straws had been drawn. I was like, "OK, I'm going into this room with somebody named John Paul White." I had no idea what I was walking in to.
After about half an hour of getting-to-know-yous, he started plucking at the guitar. In Nashville, it's not uncommon to harmonise with someone but what was strange was that when he started singing it was like I knew where he was going to go before he went there – it tightened my stomach and made me pay attention.
I really needed that moment in my life. I was fried from the solo experience; fried from writing lacklustre pop songs. But meeting John Paul brought this weird feeling of falling in love with music again.
Thankfully, I married a very confident man with whom I have a great deal of trust, so when after the session I went back and said, "I met this guy today," it didn't ruffle him. He has a lot of years of experience in the music industry and he said, "Well, if you like writing with him, keep writing with him, and who knows where it will lead." My husband is now our manager and travels with us full-time. It feels like the best of both worlds.
John Paul is like family – we can get on each other's nerves but that's part of it. One of the many things I enjoy about him is that he's so very grounded in the sense of he knows what he wants to do. I tend to overanalyse and he's good at simplifying. There is a healthy tension involved in the creative process but, because we're not in a romantic relationship, we can be brutally honest and not worry about not talking to each other over dinner.

John Paul White, 39
A singer and songwriter, White grew up in Alabama and played in a range of rock bands while working at menial jobs and studying for a music degree. He is married to Jenny and has three children.

I was being paid just enough, writing songs for other artists, to get by when my publisher told me to go to this writing session. I was so burnt out, I'm still not sure why I went, as I had no reservations about cancelling things at that time.
I was in this room with the other person who was in our group, Greg Becker. I'd written some songs with him before, so I was sitting there thinking, "At least I'm not in a room with two strangers." Then Joy walked in; we both peppered her with questions and it soon became clear she had the same kind of story and that none of us really wanted to be there.
When we started singing together, there was this weird click; it was like there was a dance going where I knew I could lead her but she could lead me, too.
We immediately made another appointment to write at her house. That day it was just the two of us and we wrote "Falling", which is on our album. We were both like, "Who cares what or who this song is for; this is really cool." So we went into the studio to record it. I played the result to a close friend and she said: "She's the female you, vocally," and I totally understood what she meant. I still wasn't sure what was going to happen but I thought to myself, "From now on, she's going to sing everything that I write."
It's total yin and yang. We feed off each other – she's a bit more outgoing, more extrovert and being Californian she's forced me to be more health-conscious and to take more care of myself.
But there's things that she's interested in that I don't want to be anywhere near and vice versa. My give-a-shit bar is really low but Joy will be there to say, "John have you answered that email?" or "Are you sure you're going to wear that?"
It's hard for me to be away from my family. I've been married 13 years and my wife and kids are in Alabama, as they need to be near her support network as I'm away so much. Joy's husband, on the other hand, is a huge contributor to what we do, and when I see those two together on tour sometimes I have to admit I want to punch them both in the face. But they are mindful of my situation and understand what I go through on the road. And when I get to phone my wife and tell her, "We have a top 10 record, or we just did BBC Breakfast," it makes it easier for her to change that next diaper and understand why I'm not there.



Bu tanışma hikayesi bana ait değil. Kurgusal da değil. Gerçek. Ve büyüleyici bir sadeliğe sahip.
Tıpkı bu iki harika insanın yaptıkları harika müzikler gibi...

19.4.12

Well done!

Bir arkadaşım bu resme baktığında beni hatırladığını söyledi.
Ben boşuna demiyorum kahve bağımlısıyım diye... *kahvesiniyudumlar*

17.4.12

"well it was very new and strange"

Yarın tarih sınavım olmasına rağmen orkestra parçamı çalışmayı tercih ediyorum.
Çünkü ben böyle bir insanım.

14.4.12

Musician in the Rain

Google'ın değişen yazısını hala görmediyseniz sizi google.com'a davet ediyorum.
Sebebinin "Robert Doisneau"nun 100. yaşını kutlamak olduğunu göreceksiniz.
Paris sokaklarında, café'lerinde, okullarında ve tuvaletlerinde Leica kamerasıyla sayısız fotoğraflar çeken Fransız bir fotoğrafçı kendisi.



100. yaşını burada kutlamamızın en önemli sebebi ise benim çoktan unutmuş olduğum bir gerçeği google'da Doisneau'yu araştırırken yeninden öğrenmiş oluşum.
Son üç senedir resmimin yanında duran ve şemsiyesiyle çellosunu yağmurdan korumaya çalışan müzisyenin resmi de Doisneau'nun bir eseri.


İşte bu sebeple kendisini ve büyülü anları yakalamakla geçirdiği hayatını, hem kendime hem de sizlere hatırlatmak istedim.

"A hundredth of a second here, a hundredth of a second there -- even if you put them end to end, they still only add up to one, two, perhaps three seconds, snatched from eternity."
- Robert Doisneau

13.4.12

"Fallor ergo sum"



"The miracle of your mind isn't that you can see the world as it is. It's that you can see the world as it isn't."
-Kathryn Schulz

Nar.

Şu bloga girip, yeni ileti kutucuğuna tıklayıp, ekrana boşboş bakmaktan inanın yoruldum.
İstanbul'un bir ucundan öbür ucuna seyahatlerin sıradan olduğu hayatımda, bindiğim her taşıtta, kulağımda yeşil kulaklıklarım milyonlarca şey düşünüyorum.
Her yolculukta şuraya yazacak milyon tane malzeme buluyorum.
Gelin görün ki, popomu yeşil sandalyeme koyup da bu ekranı açtığımda hepsi yok oluyor.

***

Hatırı sayılır bir süredir kesintisiz bir biçimde mutlu kalmayı başardım.
Dün bu uzun aradan sonra ilk defa tüm hayat enerjimin çekilir gibi olduğunu hissettim.
Bugün toparlıyorum. Bugün kızgın değilim. Bugün sakinim.
"Garip" zamanlar.

***

Kafanızdaki her türlü soruyu cevaplama yetisine sahip birisini arıyorsanız sualinizi şu sağ taraftaki pembe kutucuğa yazabilirsiniz bu arada. Bunu hiç söylemediğimi fark ettim.

***

"Why don't you save me
If you could save me
From the ranks of the freaks, who suspect they could never love anyone."
-Aimee Mann
(dinle)

3.4.12

Pipe ve Dream'in Maceralari 1

Benim evinin yolunu kendi evimden iyi bildigim, Her geldigimde beraber cok guldugum, Fakat aksam dvd'yi koyup filmi baslattigimiz anda fosur fosur uyuyan bir arkadasim var. Oyle sinsi ki, ben her seferinde uyudugunu filmin donum noktasindaki tepkisizliginden anliyorum. Bu sefer isi bir sonraki adima ulastirip salonu terk ederek odasina uyumaya gitti. Ben yine karsimda bir film, elimde uykucu Dream'in iPad'i, oturuyorum... Bir de sabahin korunde uyanmiyor muyuz... Sinsi iste. Uykucu ve sinsi.

26.3.12

Sizinle ilgisi yok

Kararlar veriliyor. Kararlar veriyorum.
Düşünüyorum, bol bol düşünüyorum. Düşünceler de kalıyorum.
Bazı bazı eyleme geçiriyorum bu düşünceleri. Bazı bazı kendimi kendi halime bırakıyorum.
Gülüyorum, tutamıyorum kendimi, yerli yersiz gülüyorum. İnsanların anlayışına sığınmaya çalışıyorum.
Yanlış anlaşılmak istemiyorum, "sizinle ilgisi yok" diyesim geliyor, "sadece mutluyum, uzun süredir ilk defa mutluyum ve bu mutluluğu ne yapayım bilemiyorum".

Bir fırtınanın ortasında gibiydim uzun süredir, kazaklarıma, yorganlarıma sinmiş, olduğum yerde çakılı kalmıştım. İçim dışım kadar kararmıştı, dışım içim kadar çökmüş.
Sonra ben anlamadan o fırtına bir melteme dönüştü ve ayaklarımı yerden kestiği gibi beni kendisiyle alıp götürdü. Son birkaç haftadır yaptığım yolculuğu ayaklarım yere değmeden yapıyorum.
Yani inanın sizinle ilgisi yok, sadece çok umutluyum.

Planladığımız şeylerin asla planladığımız düzende gitmediğini hep biliyordum.
Ama sıradan bir insan olmanın verdiği o safça umutla, öyle olmadığına inanıyordum şimdiye dek.
Yeni yeni kabul ediyorum hayatın, çizgili defter sayfalarına yapılan listeler gibi sıra sıra ilerleyemeyeceğini.
Ama şansıma, "olsun, böylesi daha güzel" diyebileceğim günler geçiriyorum.
Beklenmeyen şeylerin bir talihsizlikten çok, sıradışı sürprizler olarak karşıma çıktığı günler.

Bunu bana yapan şey her ne ya da kim ise, ona sımsıkı sarılasım geliyor. İçimden sarılıyorum da...

19.3.12

Let Them Talk

"I was not born in Alabama in the 1980's. You may as well know this now. I've never eaten grits, cropped a share, or ridden a boxcar. No gypsy woman attended my birth and there's no hellhound on my trail, as far as I'm aware. Let this record show that I am a white, middle-class Englishman, openly trespassing on the music and myth of the American south."


-Hugh Laurie.


This, is how it starts with words.
And this, is how it starts with sounds:

Hugh Laurie - St. James Infirmary

Powered by mp3ye.eu


Hakkında kötü söz söylemeyi bilmediğim adamlardan bir tanesi...

14.3.12

Mr. Soulman

Duyup duyabileceğiniz en saçma, en çocuksu şarkıyı doğru edayla dünyanın en romantik şarkısına çevirebilen insan bir müzik-süper-kahramanıdır benim için.
Hele de arada sırada yaptığı işin komikliğine yenilip gülmesini tutamıyorsa.

Yeni yeni üne kavuşmaya başlayan, taze soul müzik yapan, çeşitli İngilizce şarkıların (şekil a) pop-soul karışımı coverlarını yapan, güler yüzlü bir Fransız.

"Je ne suis qu'un soulman
Ecoute ça, baby
Je suis pas un superman
Loin de la."*
dese de siz ona inanmayın...

Ben l'Oncle Soul


Bir pelerini eksik.
---
*"I'm just a soul man/ Listen to this baby/ I'm no Superman/ Not at all."

9.3.12

Gece

Yalnızca bir kaç saniye sonra adını duyacağını biliyorsun, ve heyecandan titreyen elini durdurabilmek için önündeki sandalyenin sırtına ellerini koyuyorsun.
İsmini duyduğun anda beklediğin ama bu kadar yüksek olmasını beklemediğin bir alkış kopuyor, arkadaşlarla olmak ne güzel bir şey işte düşünmeden edemiyorsun...
Sahnede seninle çalma lütfunu göstermiş üç harika adama bakıyorsun, orada seninle olmaları olağandışı bir his, heyecandan söyleyeceğin iki üç lafı bile bir araya getiremiyorsun. Ama onlar senin ne demek istediğini iyi biliyorlar.
Müzik başlıyor, içinden vuruşları sayıyorsun, bu şarkı biraz sakat, nasıl başlayacağını bilemiyorsun.
Başlayamıyorsun da.
Ama önemli değil, kendine de böyle söylüyorsun, ve seni izleyenlere de gülümseyerek aynısını söylüyorsun.
Ve bıraktığın yerden devam ediyorsun, bu sefer oluyor, becerebiliyorsun.
Heyecan ve mutluluk ve olağandışılık bir birine karışıyor ve kendini müziğin ortasında buluyorsun.
Bazıları gözünün içine bakıyor, bir çoğu, bazılarıysa kendi aralarında konuşuyor gibi gözüküyorlar.
Ufak bir pürüzün ardından şarkıyı sonlandırmak için yavaşlıyorsun, arkandaki üç adama bakıyorsun, seninle yavaşlıyorlar ve müzik kesiliyor...
Bir kez daha beklediğin ama bu kadar yüksek olmasını beklemediğin bir alkış kopuyor, arkadaşlarla olmak ne güzel bir şey diye düşünüyorsun, bir kez daha.
Gecenin sonuna dek insanlarla konuşuyorsun, tanıdığın ve tanımadığın, güzel sözler duyuyorsun, yalnızca güzel sözler; çünkü öyle hoş bir yerdesin ki kötü bir şey söyleyecek olsalar bile insanlar bu düşünceleri kendileriyle tutacak nezaketi gösteriyorlar.
Gecenin sonunda aslında beklediğin ama bu kadar iyi olmasını beklemediğin bir sonla karşılaşıyorsun ve bu gecenin bir sonu olmadığını fark ediyorsun.
Gecenin sonu sandığın şey telefona gelen mesajlarla, yapılan telefon konuşmalarıyla devam ediyor. Kendini yatağa attığında bile uyuyamıyorsun, çünkü henüz hiçbir şeyin bitmediğin düşüncesi dudaklarını iki kenarından çekiştiriyor ve sen gülümsemeyi bırakamıyorsun.
Birkaç saat sonra sabah oluyor, ve her şey hala güzel...
O gecenin üzerinden birkaç gün geçse bile gece devam ediyor ve ne zamana dek süreceğini merak etmeden edemiyorsun...

3.3.12

Topukludan Düztabana

Yazılarım yine seyrekleşti.
Şu ekranın başında geçirdiğim zamana oranla gerçekten az yazıyorum.
Fakat kafam o kadar dolu ki, şu son birkaç gündür hayatımın merkezinde dönen şeyler dışında başka bir şey düşünemez oldum. Ne bir kitap okuyabiliyorum, ne de yazı yazabiliyorum.
Ders çalışmaktan bahsetmeyeceğim bile.
Aklımdaki karmaşayı durdurabilecek bir düğmeye ihtiyacım var. Şöyle her gün bir iki saatliğine aklımı sağlığına kavuşturabilmek için.

***

Bugün yine çok keyifli bir konserde yer alma fırsatını yakaladım.
Kesinlikle bir kendini beğenme duygusu gütmeden, dürüstçe şunu söyleyebilirim: Beni bıraksalar, ben orada sabaha kadar şarkı söylerim. Gerçi illa bir sahnede olmam da gerekmiyor, insanlarla bir arada olayım yeter. Şu hayatta beni bu kadar mutlu eden bir başka şey yok.

En hüzünlüsü, her seferinde, böyle güzel akşamlardan sonra eve dönüp yapacak bir sürü işe sahip olmam.
İş yaptığımdan falan değil tabii, ortada bir yarın olduğu sürece ben bir şeyleri ertelemekten vazgeçmeyeceğim; ama yine de şu tatlı huzurun bölünmesini istemezdim.

İşte böyle şimdilik...

23.2.12

Zamanı Durduramama Sendromu


Untitled, originally uploaded by nikolinelr.
Hızlı geçen günlerden, dinmek bilmeyen gürültüden ve bitmek bilmeyen işlerden boğulmak üzereyim.
Sürekli kendi kendime şikayet ediyor gibiyim, ve sadece bu düşünce bile beni biraz daha sinir ediyor.

Yaptığım ve yapacağım her işi, tanıdığım ve tanıyacağım her insanı çok seviyorum; beni yanlış anlamayın. Çoğu zaman bu kadar huysuz bile değilim.
Sadece ritmine yetişmek için çırpınıp durduğum şu hayatta bir molaya ihtiyacım var.

Her şey dursun istiyorum. Şimdi. Şu an.
Herkes dursun, ve sessizleşsin, ve sakinleşsin...
Bana birkaç gün verin, birkaç hafta belki. Bilemedin birkaç ay.
Söz veriyorum döndüğümde her şeyi halledeceğim.
Ama lütfen artık birileri durdursun şu zamanı.

20.2.12

You Don't Know Me (Ray Charles)




"And anyone can tell,
You think you know me well,
Well, you don't know me..."
- Ray Charles


Michael Bublé yorumuyla, çünkü son zamanlarda bir tek onun sesini duyduğumda kendimi sakinleşmiş hissedebiliyorum...

18.2.12

"I'm just too far from where you are..."

Son zamanlarda en çok ihtiyaç duyduğum şeylerden bir tanesi sessizlik.
Öyle ki, gürültüye karışacağını düşündüğüm için müzik bile dinlemiyorum bazen.
Şu an, gürültüyü bastırabilme umuduyla yumuşacık müziğin sesini açtığım anlardan bir tanesi.

Kendi kendime saatlerce konuşasım geliyor bazen.
Anlatacak çok şeyim olmalı, diye düşünüyorum, kafamın doluluğu ancak bu şekilde açıklanabilirmiş gibi geliyor.
Oysa ki şu son günlerde konuşacak şey bulmakta zorlanıyorum. Söylediğim şeyler üzerinde pek düşünülmemiş sözcüklerin anlamlıymış gibi bir araya getirilmesinden oluşuyor.

Niye böyle?
Ben de bilmiyorum.

Kendimi olmayan bir insanı beklerken buluyorum bazen.
Ona anlatabilirdim, diyorum, o anlardı.
O kim?
Ben de bilmiyorum.

"And I'm surrounded by,
a million people, I
Still feel all alone
Oh, let me go home
Oh I miss you, you know..."
- Michael Bublé

16.2.12

4:14

Çok hızlı geçen günleri sevemiyorum, beni telaşlandırıyorlar.

14.2.12

13 Şubatın son demlerinde

Yalnız geçirilen 14 Şubatların histerisi bende pek yoktur.
Yalnız geçirilen herhangi bir günden farklı bir histeri yok diyelim en azından.

Öte yandan, sadece insanları güldürebilmek için işi gücü bırakıp kırmızı kağıttan kestiğim kalplerin üzerine akrostiş yazacak bir dengesizlikte olduğumu burada itiraf edeceğim.
Son bir buçuk saatimi "popo" ve nice kelimelere kafiye düşünerek geçirdim...

Bilmiyorum, bu işe başlamadan önce düşüncesi bile öyle hoşuma gitmişti ki, insanları bundan mahrum edemezmişim gibi geldi. Bu ve benzeri saçmalıklar olmadan hayat hiçbir şeye benzemezdi bana kalırsa.
Daha çok insan saçmalamalı.
(Manasız sosyal mesajımı da veriyorum.)

Her neyse, bu başı sonu bir şeye benzemeyen yazının bir amacı varsa, o da sadece bir şeyleri kutlamak için icat edilen günlerde keyfinizi kaçırmanıza izin veremeyecek olmamdı.
Sevgililer gününü kutlamak için bir sevgiliye ihtiyacınız olmadığını hatırlatmak istedim.
Arkadaşlarınıza da pekala aşk şiiri yazabilir, çikolata alabilirsiniz.
Hatta çok arzu ediyorsanız bana da çikolata alabilirsiniz.

Kısacası, hepimizin Sevgililer Günüsü kutlu olsun.

10.2.12

"I found a dream.."

"..that I could speak too
a dream that I can call my own"
- Etta James
(Dinle)


Keyfim öyle yerinde ki. Ve sebebi şu yukarıdaki şarkıdan başka bir şey değil.

-Biliyorum buralar alışık olduğunuzdan da fazla müzik doldu son zamanlarda, ama öyle bir dönem yaşıyorum gerçekten.-

Salı akşamı müzik yapmaya gideceğimi söylemiştim, öyle de oldu, kendim gibi bir salon dolusu insanla jam yapma fırsatı buldum ve ben de şu yukarıdaki şarkıyı söyledim.
Ah o şarkı yok mu.
O şarkı olmasa benim halim ne olurdu.
Söylemeyi bu kadar çok sevdiğim, hatta belki de bu kadar iyi bildiğim başka bir şarkı gerçekten yok.

Etta James'i birkaç hafta önce kaybettiğimizde üzülmemin en büyük sebeplerinden birisi de buydu işte.
Bana ne söyleyeceğimi hiç bilmediğim anlarda sarılabileceğim bir şarkı verdiği için.
VE harika bir kadın, harika bir vokalist olduğu için.

Keyfimin yerinde olmasına gelince de sadece şunları söyleyebilirim:
Bir şarkı söylerken, sizi dinleyen insanların ne dediğinizi ve ne hissettiğinizi anlaması ve bunlara karşılık vermesi kadar muhteşem bir şey yok.
En azından en büyük hayali hayatını müzik yaparak geçirmek isteyen "ben" için bu böyle. :)
Salı akşamı da hayalimi bir kez daha bulmuş oldum.

6.2.12

A Hard Day's Night (The Beatles)

Dinle

Bir önceki gün yatağımda mutlulukla dön-dön-döndüğüm saatlerde,
Bugün çoktan uyanmış, pijama dışında kıyafet giymiş, kahvaltı etmiş hatta öğle yemeği bile yemiş olmak bana birazcık koyuyor. Birazcık. Ama koyuyor.

Ciddi anlamda yorucu bir gün olduğunu söylemek isterim. Ve daha bitmedi bile.
Sanırım geçtiğimiz haftalarda Nirvana'ya ulaşmıştım. Şimdi şimdi anlıyorum.

Neyse ki yarın Dream ile keyfimi yerine getirecek bir şeyler yapmaya gidip, kendimizi hala tatilde olabileceğimize inandıracağız.

Cuma'ları iple çekme maratonuna hoşgeldiniz.




18/365 Damn That!, originally uploaded by Laine Up.

4.2.12

You're the only reason I keep on comin home..

Uzun bir aradan sonra tekrar müzik yapmak iyi geldi.

Sıradaki parça, müzikçalarlarının kulaklıklarını taktıklarında ister istemez huzura kavuşanlara geliyor...

Amos Lee - Sweet Pea

Powered by mp3ye.eu


Not: Amos Lee kesinlikle dinlenilmesi gereken bir adam... Çok tatlı müzikler yapmanın yanında, harika doğaçlamalar yapıyor ve an itibariyle gelse de görsem dediğim insanların başında geliyor.

3.2.12

Karın Erimesi

"Yazar burada 'karın erimesi' sembolünü, tatilin bitişinin bir habercisi olarak kullanıyor."

Öğle vakti uyanmaların, gece yarısı izlenen filmlerin, üşenmeden hazırlanan kahvaltıların ve dilediğimce tembellik yapmaların sonuna geldik.
Bir kez daha.
Şu an bulunduğum hazin ruh hali beni bile korkutuyor.
Hallice idealist, dünyayı kurtaracağına inanacak kadar optimist bir insan olarak fazla miskinim.
Bıraksanız günde 14 saat uyur, uyanınca utanmadan "mmm O kadar oldu mu yea?" derim.

Neyse, en azından bu sefer bir şeyleri rayına oturtmuş gibiyim; belki tatil bitince de devam edebilirim.

31.1.12

103.

Haberim olmadan neler neler yapmışım.
Bugün o gündür efenim, bu "evde" değişimin düğmesine basılmıştır.

30.1.12

The drug takers and the law breakers and the bottom bashing fornicators.





"The Count: Years will come, years will go, and politicians will do fuck all to make the world a better place. But all over the world, young men and young women will always dream dreams and put those dreams into song. Nothing important dies tonight, just a few ugly guys on a crappy ship. The only sadness tonight is that, in future years, there'll be so many fantastic songs that it will not be our privilege to play. But, believe you me, they will still be written, they will still be sung and they will be the wonder of the world."


***


Biraz gülmek, "asi" hissetmek ve güzel müzik duymak isteyenlere şiddetle önerilir.
Bir iç çekip, "Müzik ne güzel şey..." dedirtir.

28.1.12

Half A Brain.


LEFT BRAIN
I am the left brain.
I am a scientist. A mathmatician.
I love the familiar. I categorize. I am accurate. Linear.
Analytical. Strategic. I am practical.
Always in control. A master of words and language.
I am order. I am logic.
I know exactly who I am.
RIGHT BRAIN
I am the right brain.
I am creativity. A free spirit. I am passion.
Yearning. Sensuality. I am the sound of the roaring laughter.
I am movement. Vivid colors.
I am the urge to paint on an ampty canvas.
I am boundless imagination. Art Poetry. I sense. I feel.
I am everything I want to be.


(Am I though? Am I?)

25.1.12

Konserler Silsilesi

Bobby McFerrin biletim yolda;
Dersi mersi boşverip The Heavy konserine gidesim var.
Keşke gittiğim konserlerin reklamını yapınca komisyon alsaydım.
O parayla geçinip konserden konsere koşardım...

22.1.12

Travelling The Face Of The Globe (Oi Va Voi)

Artık ergen çocukları böyle haşlayabiliriz:
"Yaşıtların kendi başlarına okyanuslara yelken açıyor, dünyanın etrafını dolaşıyorlar. Sen ne yapıyorsun peki?"

Şaka bir yana;
13 yaşında bir kızın (Laura Dekker)  kendi başına dünyanın çevresinde yelkenlisiyle gezmiş olması akıl almaz bir şey.
Çok fazla düşünmeden, asla böyle bir şey yapmayacağımı ve bir çocuğum olduğunda onun da böyle bir şey yapmasına izin vermeyeceğimi söyleyebilirim. Mümkün değil.
Böyle bir riski aldığımı, hele de çocuğumun almasına izin verebileceğimi hiç sanmıyorum.
Tabii bu yüzden ben, uluslararası flaş haber olmuyorum.

Yine de, dünyanın her köşesinde, yapmayı gerçekten çok istediği şeyleri sadece korktuğu için yapamayan insanlara ilham verdiğini söylemem gerek.
İnsanların yapamayacağı şey yok, demeyeceğim.
Ama denemeyeceği şey olmamalı.

19.1.12

Launderette


It must have been around 1 pm when mom called and now it was 4 pm and after four weeks of denial and indolence, I decided it was time to do laundry. I shuffled through my stuff in the bag in a vain hope of finding something that wasn't looking and smelling so horrible, and then decided what I had on was probably the best combination, since everything in the bag had this weird smell. I would try and name it, but heck, who needs more visuals than a bag of moisty sweatpants and sweathirts and boxers and balls of socks?
After putting each piece of clothing I owned in the bag, I hit the road for the launderette a few blocks away. The air in this place was thick and the air conditioning never worked but I couldn't care less. It had large comfortable couches, way more comfortable than my bedless mattress, and nobody minded me taking a nap as long as I was using the machines, and I never minded picking the longest washing program for my clothes. Hygiene, in the end, was very important.
I had been dreaming about... I can't really remember but, I had been dreaming when I was woken by a familiar voice:
"Darling, I think your clothes are ready," and indeed they were. It was Mrs. Green, with a grand smile on her face. I never understood how young she managed to look with all the wrinkles in her face and her grey hair tied loosely at the back. She and her three friends, whom I liked to call the Golden Girls, were living around this block and were my only source of income. They were all living alone, except for playing canasta together everyday, and whenever something broke or simply refused to work in their ancient houses, they called me to fix it. I recieved my payement in a decent amount of cash or a homecooked meal of my own choosing. So I was happy to see this woman, not only because she made the best apple pies I've ever had, but because she was very nice.
"Thanks Mrs. Green."
"You know, you are gonna get yourself a stiff back for sleeping on these couches, darling."
"No no, don't you worry. They are more comfy than they look. How are the girls?"
"Oh they are all just fine. Carol had a new haircut, and don't tell her that I told you this but Marie told me that it looked awful. I think it looks wonderful! But what does Marie know about haircuts anyway? She hadn't had one for ten years now! She's lucky she still has a head full of 'em. And Aileene was expecting a guest sometime soon. I haven't seen her this morning, I was too busy preparing for the roast we're having tonight. You sure you don't want to come?"
A homecooked roast beef, fresh out of the oven. I could even hear the smell of it. I had been feeding on store-bought noodles and pizza deliveries for the last few weeks. Of course I wanted to go.
"Yes Mrs. Green, I am sure."
But I was too lazy, and too unwilling to hear about the symptoms of deathly ilnesses for the night. I was planning to rent a movie on the way home and watch that on my Mac while eating a pizza.
Or noodles.
That would be a surprise for me as well.

17.1.12

The Good, The Bad and The Pipedreamer

İyiliğin ne olduğu ve iyi olmanın ne kadar kolay ama bir o kadar zor olduğu konusunda devasa, karanlık bir boşluğun içinde kaybolmuşken; kitap okumaya ayırabildiğim kısacık zamanlardan birinde bir başka karanlığın içindeki kurgusal bir adamın sözlerini okuyorum:

"...only the good doubt their own goodnes, which is what makes them good in the first place. The bad know they are good but the good know nothing. They spend their lives forgiving others, but they can't forgive themselves."
(Man in the Dark - Paul Auster)


Yarı gerçek ve yarı kurgusal sürdürmekte olduğum bu yaşantıda ne kadar iyi ne kadar kötü olduğum konusunda hala bir karara varamıyorum. Eskiden daha iyi bir insan olduğumu biliyorum sadece. Bir de, kötü olmamaya çalıştığımı. Ne kadar başarılı olduğumu bilmiyorum örneğin. Çoğu zamansa "iyi olmak" dünyanın en kolay işiymiş gibi geliyor. İnsanları mutlu etmek, gülümsemek, nasılsın? demek...
Kahve almak için girdiğin bir kuyrukta, görevli yanlışlıkla senin siparişini almaya çalıştığında, önündeki müşteriye "siz buyrun" demek.
Kalabalık bir restoranda oturacak sandalye arayan birisine yanındaki boş sandalyeyi vermek.
Ya da ne bileyim.
İhtiyacı olduğunu bildiğin birisine sıkıca sarılmak.
Ne kadar zor olabilir ki?
Tek sorun herkesin aynı anda iyi olamaması sanırsam. Ve insanların iyi olmak için, bir başkasının ona iyilik yapmasını beklemesi. Hem zaten, karşılığını beklediğinde, iyilik bunun neresinde oluyor onu da bilmiyorum.

Gerçi ben nerden bilebilirim ki, diye düşünmeden de edemiyorum. Öyle ya, yarı gerçek yarı kurgusal bir yaşantı benimkisi...