"What's it all about, Alfie?
Is it just for the moment we live?
What's it all about when you sort it out, Alfie?
Are we meant to take more than we give?
Or are we meant to be kind?
And if only fools are kind, Alfie, then I guess it is wise to be cruel..
"And if life belongs only to the strong, Alfie,
What will you lend on an old golden rule?
As sure as I believe there's a heaven above, Alfie,
I know there's something much more, something even non-believers can believe in..
I believe in love, Alfie...
Without true love we just exist, Alfie.
Until you find the love you've missed you're nothing, Alfie.
When you walk let your heart lead the way, and you'll find love any day, Alfie..."
lyrics by Hal David (and music by Burt Bacharach)
***
Son günlerde bir sürü insandan dinlemekte olduğum büyü işte bu.
İçimde tutamayacağım, birkaç satırını şuraya yazayım, diye gecenin 3 buçuğunda yazmaya başlayınca hiçbir sözüne kıyamadım.
Burt Bacharach en çok gurur duyduğu ve sevdiği bestesi; Hal David'in hatta bütün söz yazarlarının yazmış oldukları arasından en güzel sözler olduğunu anlatıyor.
Sözler karşımda ve Burt Bacharach'ın yorumu kulağımda boş salonumuzda oturuyorum ve bu postun nereye gideceğini merak ediyorum doğrusu.
Sözlerden tutup aşktan mı bahsetmeliyim?
Yoksa ileride böylesine muhteşem bir beste yapıp yapamayacağıma dair kaygı ve heyecanlarımdan mı?
Bu iki konunun etrafından dolanıp gelecekten bahsedebilirim..
Hayallerimden mesela.
Sonra bu kocaman gelecek çerçevesini ait olduğu duvara asıp, yalnızca 7-8 saat sonra uyanacağım yarından bahsedebilirim...
Yarın uyanıp yaşayabileceğim birbirinden çok farklı birçok gün olduğunu biliyorum.
Yapabileceğim o kadar çok şey var ki - ve bunların hiçbirini yapmama seçeneğim.
İnsan böyle böyle deliriyor olmalı, fark ettikçe.
Hepsi senin yüzünden, Jude Law suratlı Alfie.
Ve işte size bir sır:
Bunların hiçbirinin pek de bir önemi yok.
Ben sadece şarkı söylemek istiyorum, sevdiğim insanların çaldığı müziğe katılmak, karışmak.
Sevmek istiyorum. Çok sevmek. Ve elbette sevilmek. Sevdiğim kadar çok sevilmek.
Yalnızca bunların önemli olduğu, bunların bize yettiği bir şekilde yaşayabilmek...
So Alfie, what's it all about?
Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2.9.12
30.1.12
The drug takers and the law breakers and the bottom bashing fornicators.
"The Count: Years will come, years will go, and politicians will do fuck all to make the world a better place. But all over the world, young men and young women will always dream dreams and put those dreams into song. Nothing important dies tonight, just a few ugly guys on a crappy ship. The only sadness tonight is that, in future years, there'll be so many fantastic songs that it will not be our privilege to play. But, believe you me, they will still be written, they will still be sung and they will be the wonder of the world."
***
Biraz gülmek, "asi" hissetmek ve güzel müzik duymak isteyenlere şiddetle önerilir.
Bir iç çekip, "Müzik ne güzel şey..." dedirtir.
9.12.11
4.12.11
9.10.11
It's Kind of a Funny Story (2010)
"Okay, I know you're thinking, "What is this? Kid spends a few days in the hospital and all his problems are cured?" But I'm not. I know I'm not. I can tell this is just the beginning. I still need to face my homework, my school, my friends. My dad. But the difference between today and last Saturday is that for the first time in a while, I can look forward to the things I want to do in my life. Bike, eat, drink, talk. Ride the subway, read, read maps. Make maps, make art. Finish the Gates application. Tell my dad not to stress about it. Hug my mom. Kiss my little sister. Kiss my dad. Make out with Noelle. Make out with her more. Take her on a picnic. See a movie with her. See a movie with Aaron. Heck, see a movie with Nia. Have a party. Tell people my story. Volunteer at 3 North. Help people like Bobby. Like Muqtada. Like me. Draw more. Draw a person. Draw a naked person. Draw Noelle naked. Run, travel, swim, skip. Yeah, I know it's lame, but, whatever. Skip anyway. Breathe... Live. "
Bazı şeyler fazlasıyla sıradan olduğu için sıradışı olur ya; ve çok sade olduğu için çok güzel; işte öyle bir film.
9.9.11
That's my favorite
Charlotte: What color are my eyes?
Kevin: Well, at first glance your eyes are brown. But when the light hits them, they change to amber. And if you look really close around the iris, the color is pure honey. But when you look into the sun, they almost look green. That's my favorite.
(Monster-in-Law)
'Cheesy' falan ama, tüm romantik komedilerde en çok sevdiğim sahne olabilir...
Not: Tam bu sahnede 'aaaaaaa' derken, annem bana dönüp 'böyle şeyler bekleme ama' dedi. Gerçek hayattan nefret ediyorum.
Kevin: Well, at first glance your eyes are brown. But when the light hits them, they change to amber. And if you look really close around the iris, the color is pure honey. But when you look into the sun, they almost look green. That's my favorite.
(Monster-in-Law)
'Cheesy' falan ama, tüm romantik komedilerde en çok sevdiğim sahne olabilir...
Not: Tam bu sahnede 'aaaaaaa' derken, annem bana dönüp 'böyle şeyler bekleme ama' dedi. Gerçek hayattan nefret ediyorum.
5.9.11
"I don't want to be Spaghetti..."
Gecenin bir yarısı izlenilen, olağandışı filmlerden daha güzel ne var hayatta diye düşünüyorum bazen...
'Tonight, I'll show you how dreams are prepared. People think it's a very simple and easy process but it's a bit more complicated than that. As you can see, a very delicate combination of complex ingredients is the key. First, we put in some random thoughts. And then, we add a little bit of reminiscences of the day... mixed with some memories from the past. That's for two people. Love, friendships, relationships... and all those "ships", together with songs you heard during the day, things you saw, and also, uh... personal... Okay, I think it's done. '
(La Science Des Rêves)
Not: Filmde Charlotte Gainsbourg oynuyor, ve müziklerin bir kısmı da ona ait. İlgilenen var mı bilmiyorum ama ben manasız bir şekilde mutlu oldum.
(La Science Des Rêves)
Not: Filmde Charlotte Gainsbourg oynuyor, ve müziklerin bir kısmı da ona ait. İlgilenen var mı bilmiyorum ama ben manasız bir şekilde mutlu oldum.
30.8.11
10.8.11
Stranger Than Fiction (2006)
"As Harold took a bite of Bavarian sugar cookie, he finally felt as if everything was going to be ok. Sometimes, when we lose ourselves in fear and despair, in routine and constancy, in hopelessness and tragedy, we can thank God for Bavarian sugar cookies. And, fortunately, when there aren't any cookies, we can still find reassurance in a familiar hand on our skin, or a kind and loving gesture, or subtle encouragement, or a loving embrace, or an offer of comfort, not to mention hospital gurneys and nose plugs, an uneaten Danish, soft-spoken secrets, and Fender Stratocasters, and maybe the occasional piece of fiction. And we must remember that all these things, the nuances, the anomalies, the subtleties, which we assume only accessorize our days, are effective for a much larger and nobler cause. They are here to save our lives. I know the idea seems strange, but I also know that it just so happens to be true. And, so it was, a wristwatch saved Harold Crick."
Güzel filmlerden daha çok sevdiğim bir şey varsa, o da fikri güzel olan filmler.
1.5.11
Herkes "Seni Seviyorum" Der
Bugün bir başka Woody Allen filmi izledim. Hatta film, doğru kelime değil. Doğru kelime "müzikal" olmalı...
"Everyone Says I Love You" 96 yapımı; isminden de anlaşıldığı gibi, herkesin nasıl da "seni seviyorum" diyebildiğini anlatan; farklı yaşlarda ve tarzlarda çiftlerin arasında dolaşan güzel bir müzikal.
Filmin farklı sahnelerinde, farklı karakterler, yukarıda Marilyn Monroe'nun (Some Like It Hot'ta söylediği) versiyonunu paylaştığım şarkıyı söylüyor.
Yani karakterlerin hepsi bir noktada aşktan nasıl vazgeçtiklerini ilan ediyorlar...
Ama eninde sonunda herkes yine "seni seviyorum" diyor.
Sevgi öyle tatlı bir şey ki bazen...
Senelerdir bu iki kelimeyi ne kadar yorduğumuzdan bahsediyoruz, anlamını yitirdiğinden, artık var olmadığından.
Halbuki gerçekten içten söylenen bir "seni seviyorum"dan daha anlamlı bir söz yok şu dünyada.
-I'm through with love.
-Yeah, right.
3.4.11
Ara vermek arada sırada
Merhabalar,
Yazmayalı uzuuun bir süre oldu biliyorum.
Bahaneden bol bir şeyim de yok doğrusu ama oturup sıralamaya gönlüm hiç el vermiyor. Doğru olduklarını bildiğim halde kendi kendime "bu mudur?" diyeceğimi biliyorum çünkü.
Hayatımın çok sıradışı bir noktasındayım son birkaç haftadır.
Umursamazlığım alıp başını gitmiş, hayallerim gerçeğe öyle yakın geliyor ki bugün yarın olacaklarmış gibi, dinlediğim müzikler dünyanın her bir yanından geliyor, filmlere gidiyorum, konserlere gideceğim, fırtınalı havalarda adaya gidiyorum, "gülmek ne güzel?" diye düşünüyorum, ne çok gülüyorum anlatamam.
Çok gülüyorum, çok.
Gelecekten gelmiş ve şimdiki bedenime sıkışmış gibiyim adeta. Başıma gelen garip veya kötü şeylere, sanki üzerinden yıllar geçmiş ve ben geriye bakıyormuş gibi tepkiler veriyorum. Yaşını başını almış bir insanın koyvermişliği var üzerimde. Bu yaşımda, bu tavrım nereden kimden geliyor inanın bilmiyorum.
Ailemde böyle bir büyüğüm yok, annem ve babam bir süredir ortayaş krizinde oldukları için onları örnek aldığımı da söyleyemeyeceğim (eğer öyle olsaydı işte tam 18likler gibi davranmam gerekirdi).
Bir garibim kısacası.
Çok gülüyorum, çok.
Yazmayalı uzuuun bir süre oldu biliyorum.
Bahaneden bol bir şeyim de yok doğrusu ama oturup sıralamaya gönlüm hiç el vermiyor. Doğru olduklarını bildiğim halde kendi kendime "bu mudur?" diyeceğimi biliyorum çünkü.
Hayatımın çok sıradışı bir noktasındayım son birkaç haftadır.
Umursamazlığım alıp başını gitmiş, hayallerim gerçeğe öyle yakın geliyor ki bugün yarın olacaklarmış gibi, dinlediğim müzikler dünyanın her bir yanından geliyor, filmlere gidiyorum, konserlere gideceğim, fırtınalı havalarda adaya gidiyorum, "gülmek ne güzel?" diye düşünüyorum, ne çok gülüyorum anlatamam.
Çok gülüyorum, çok.
Gelecekten gelmiş ve şimdiki bedenime sıkışmış gibiyim adeta. Başıma gelen garip veya kötü şeylere, sanki üzerinden yıllar geçmiş ve ben geriye bakıyormuş gibi tepkiler veriyorum. Yaşını başını almış bir insanın koyvermişliği var üzerimde. Bu yaşımda, bu tavrım nereden kimden geliyor inanın bilmiyorum.
Ailemde böyle bir büyüğüm yok, annem ve babam bir süredir ortayaş krizinde oldukları için onları örnek aldığımı da söyleyemeyeceğim (eğer öyle olsaydı işte tam 18likler gibi davranmam gerekirdi).
Bir garibim kısacası.
Çok gülüyorum, çok.
11.3.11
5.2.11
Kısa-Tatil-Sendromu
Hiçbir şey yapmak zorunda olmamanın verdiği rahatlık hakikaten başka.
Yapmam gereken en zor seçimlerin evdeki kanepeler, ya da izleyebileceğim filmler arasında olması kadar güzel bir mutluluk yok. Yerli yersiz aşermeler üzerine 3-4 saatlik Sims2 maratonu yapmak da serbest. Pazar günü yurtdışından döndüğüm için evde bir orduyu beslemeye yetecek kadar Duty Free'den alınmış çikolata da mevcut. Nescafe stokumuz da yerinde.
Üzüldüğüm tek şey, hiçbir şey yapmama duygusunun tam olarak ruhuma işlemesi ve beni yararlı şeyler yapmaya itmesi iki haftada olacakmış gibi gözükmüyor.
Yani "bir fırsat bulsam yapacağım!" dediğim şeyleri bu tatilde yapacağımı hiç sanmıyorum.
Birkaç şeyi daha erteliyorum ve ertelememem gereken şeyler için de -kısmen- telaşlanıyorum.
Tatil hakikaten güzel şey;
Ama kursağımızda kalacakmış gibi geliyor.
Şimdilik biraz daha m&m ve iyi seçilmiş bir film...
6.1.11
A Waltz for a Night
A Waltz for a Night - Julie Delpy (Before Sunset)
***
Umutsuz bir romantik olmayı çok seviyorum.
Hayatın gerçeklerinin kime ne yararı var ki?
"Love is all we need."
- The Beatles
27.11.10
"So you must be.. Sgt. Pepper?"
Kate & Leopold (2001)
Hayatının bir noktasında peri masallarına inanmış;
ve hala oralarda bir yerlerde beyaz atlı prenslerin var olduğunu düşünerek kendini mutlu eden tüm kızların izlemesi gereken bir film. :)
Not: Hugh Jackman'a zaten aşık değilseniz, bu filmden sonra aşık olucaksınız...
23.10.10
13.8.10
Inertia
Televizyonumuzun yokluğunda, her gün akşamüstü bir film izliyorum.
Salona kurulmuş, bir süredir odamda duran DVDlerden birini izlemeye hazırlanıyordum: He Was A Quite Man. CD'yi taktım ve ekranın açılmasını bekledim.
Ekranda "Leaving Barstow" yazıyordu ama -bilirsiniz- hatadır diye umursamadım bile ve filmi başlattım. İlk on dakika DVD'nin üzerindeki resimdeki oyuncuları aradım ve bulamadığımda anladım ki başka bir filmi izliyordum. Leaving Barstow.
İlk şaşkınlığımdan mı, yoksa müziklerden mi, yoksa alışılmamış karakterlerden mi bilmiyorum ama; film o kadar hoşuma gitti ki..
Konu klasik: Bir gencin kendisini bulma öyküsü.
Ama güzel yanı da bu kadar basit olmaması.
Herhangi bir filmde olmayan ani değişiklikler ve fazlasıyla gerçek ilişkilerle dolu.
Gerçek ve samimi bir öykü.
Müziklerine gelince, filmin sonunu beklemeyi akıl edemeyip internetten aradığımda bulamadığım için çıldırmak üzereydim. Sonra aklıma jeneriklerin sonunda bir yerlerde olduğu geldi. Çok tatlı, sakin şarkılarla dolu bir film.
The Weepies, Matt Costa ve (burda Kuşburnu'na sesleniyorum) Bon Iver gibi sanatçılar yer alıyor.
Duymadıysanız önerebilirim..
Sanırım bu kadar.
"Andrew: So why aren't you--
Mr. Jones: Cause I'm here.
Andrew: Maybe you're just suffering from inertia."
(Leaving Barstow)

12.8.10
Jelibom!
Beraber olmak ne güzel...
Bir kaç ay sonra o kadar çok fazla insanı özlüyor olacağım ki; ve bu düşünce şu an bana fazlasıyla uzak.
Çünkü bazılarını bir kaç hafta, bir kaçını geçtiğimiz şu iki üç günde gördüm.
Sohbet ettik, güldük, eğlendik..
Sarıldık,
Vedalaştık..
Beraber olmak ne kadar güzelmiş...
***
"- Just forget about the miracles, Zia. They don’t mean a thing.
- Everybody in camp can do that but me.
- Hey, give yourself a break, man.
- I’m dying to do one. Just a small one, even if it’s stupid.
- Here’s the deal. As long as you want it so bad, it’s not gonna happen. The only way it’s gonna work is if it doesn't matter. You know what I’m saying?
- I don’t know. I guess. I don’t know. It just doesn’t make any sense to me.
- It will. It will."
(Wristcutters: A Love Story)
Bir kaç ay sonra o kadar çok fazla insanı özlüyor olacağım ki; ve bu düşünce şu an bana fazlasıyla uzak.
Çünkü bazılarını bir kaç hafta, bir kaçını geçtiğimiz şu iki üç günde gördüm.
Sohbet ettik, güldük, eğlendik..
Sarıldık,
Vedalaştık..
Beraber olmak ne kadar güzelmiş...
***
"- Just forget about the miracles, Zia. They don’t mean a thing.
- Everybody in camp can do that but me.
- Hey, give yourself a break, man.
- I’m dying to do one. Just a small one, even if it’s stupid.
- Here’s the deal. As long as you want it so bad, it’s not gonna happen. The only way it’s gonna work is if it doesn't matter. You know what I’m saying?
- I don’t know. I guess. I don’t know. It just doesn’t make any sense to me.
- It will. It will."
(Wristcutters: A Love Story)
4.8.10
How Blue Can You Get?
Vezi mai multe video din Muzica
***
Az önce Blues Brothers'ı izledim, ve gerçekten inanılmaz bir filmdi!
Absürt komedi ve müzik, gülmek isteyen herkese önerilir. :)
30.7.10
Mike Teevee
Az önce bir filmi tersledim.
Ama şu kafayı ve eli senkronize bir biçimde kıvırarak yapılan tersleme hareketiyle.
Çok fazla televizyon izlediğimi düşünenler?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)