Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
30.8.11
29.8.11
27.8.11
Bence..
..çok sevdiğiniz insanların, sizi seviyor olması ve takdir ettiğiniz insanların, sizi takdir ediyor olması; gerçekten olmak istediğiniz insan olduğunuzun göstergesidir.
25.8.11
The Power of Songs
"It begins, as most things begin, with a song.
In the beginning, after all, were the words, and they came with a tune. That was how the world was made, how the void was divided, how the lands and the stars and the dreams and the little gods and the animals, how all of them came into the world.
They were sung.
The great beasts were sung into existence, after the Singer had done with the planets and the hills and the trees and the oceans and the lesser beasts. The cliffs that bound existence were sung, and the hunting grounds, and the dark.
Songs remain. They last. The right song can turn an emperor into a laughingstock, can bring down dynasties. A song can last long after the events and the people in it are dust and dreams and gone. That's the power of songs."
(Anansi Boys by Neil Gaiman)
In the beginning, after all, were the words, and they came with a tune. That was how the world was made, how the void was divided, how the lands and the stars and the dreams and the little gods and the animals, how all of them came into the world.
They were sung.
The great beasts were sung into existence, after the Singer had done with the planets and the hills and the trees and the oceans and the lesser beasts. The cliffs that bound existence were sung, and the hunting grounds, and the dark.
Songs remain. They last. The right song can turn an emperor into a laughingstock, can bring down dynasties. A song can last long after the events and the people in it are dust and dreams and gone. That's the power of songs."
(Anansi Boys by Neil Gaiman)
23.8.11
Home (Where your heart is)
Gidiyoruz
ama nereye
bazen ben de bilmiyorum.
"Home is where your heart is" der Kimya Dawson
-aslında tabi bu genel bir deyiş, sadece o söylemiyor bunu ama konu bu değil-
ve şimdilerde bu bana çok doğru geliyor.
Hareketsizlikten son derece keyif alan birisi olarak, gitmeye öyle meraklıyım ki, gezmek öyle iyi geliyor ki bana...
Ve sanki her yer evim, her yer bir başka güzel, her yeni gittiğim yerde 'burda yaşarım..' diyorum.
Odamın yeşil duvarlarını hiç bir duvara değişmem doğru;
ama hava alanlarının uyduruk ve pahalı kahveleri,
bilinmeyen şehirlerin asfaltında iki yana bakarkenki kararsızlık...
Sonra bir otel odası. Küçük, hep küçük; temiz, en azından çoğu zaman; hiç açmadığım bavullarım.
Belki seyahatleri bu kadar sevmemin sebebi, sahip olduğum herşeyi sarılabileceğim büyüklükte bir bavula sıkıştırabiliyor olmak.
O bavuldan ibaret olmak,
Geri kalan herşeyin belirsizliği içinde.
Eskiden evden uzak kalacağım zaman evime, eşyalarıma, oyuncaklarıma veda ederdim.
Döndüğümde, hepsine 'Merhaba' der, yatağıma zıplar, oyuncaklarıma sarılırdım.
Ev, herşeydi sanki.
Hala seyahatlerden önce ve sonra evimle konuşurum.
Ama sanki artık bu vedalar ve merhabalar eskisi kadar hüzünlü değil.
Sanki artık ev, benmişim gibi.
İçinde olduğum bu dört duvar, bu yeşil duvarlı oda, yatağım, eşyalarım da; eski dostlar gibi.
Nerede olursam olayım, seveceğim, merak edeceğim dostlar gibi. Hani kırk yılın başı ararsın, ama yine aynı tadı alırsın o eski muhabbetlerden, sanki araya hiç zaman girmemiş gibi.
Nereye gidersem gideyim, bu eve döndüğümde, hiç gitmemişim gibi...
Ama şimdi, o 'herşey' duygusu, zaten benimle, gittiğim her yerde.
Ve o yüzden eskisi gibi kayıp hissetmiyorum kendimi bu duvarlardan uzaklaştığımda.
Ev ben nerdeysem orda sanki.
Tanıştığım insanlar, ettiğim sohbetler, söylenilen şarkılar; ev bunların içindeymiş gibi.
Ve ben hep evimdeymişim gibi.
Ve ben nerede olursam olayım, evde olacağımı bildiğim için, hep gitmek istiyorum, olabildiğince uzağa; daha çok görmek, daha çok konuşmak, daha çok tanışmak, daha çok şarkı söylemek için.
Nasıl olsa ben döndüğümde, bu ev burada olacak, ve hiç gitmemişim gibi olacağı için.
Nasıl olsa ben hep evimde olduğum için.
ama nereye
bazen ben de bilmiyorum.
"Home is where your heart is" der Kimya Dawson
-aslında tabi bu genel bir deyiş, sadece o söylemiyor bunu ama konu bu değil-
ve şimdilerde bu bana çok doğru geliyor.
Hareketsizlikten son derece keyif alan birisi olarak, gitmeye öyle meraklıyım ki, gezmek öyle iyi geliyor ki bana...
Ve sanki her yer evim, her yer bir başka güzel, her yeni gittiğim yerde 'burda yaşarım..' diyorum.
Odamın yeşil duvarlarını hiç bir duvara değişmem doğru;
ama hava alanlarının uyduruk ve pahalı kahveleri,
bilinmeyen şehirlerin asfaltında iki yana bakarkenki kararsızlık...
Sonra bir otel odası. Küçük, hep küçük; temiz, en azından çoğu zaman; hiç açmadığım bavullarım.
Belki seyahatleri bu kadar sevmemin sebebi, sahip olduğum herşeyi sarılabileceğim büyüklükte bir bavula sıkıştırabiliyor olmak.
O bavuldan ibaret olmak,
Geri kalan herşeyin belirsizliği içinde.
Eskiden evden uzak kalacağım zaman evime, eşyalarıma, oyuncaklarıma veda ederdim.
Döndüğümde, hepsine 'Merhaba' der, yatağıma zıplar, oyuncaklarıma sarılırdım.
Ev, herşeydi sanki.
Hala seyahatlerden önce ve sonra evimle konuşurum.
Ama sanki artık bu vedalar ve merhabalar eskisi kadar hüzünlü değil.
Sanki artık ev, benmişim gibi.
İçinde olduğum bu dört duvar, bu yeşil duvarlı oda, yatağım, eşyalarım da; eski dostlar gibi.
Nerede olursam olayım, seveceğim, merak edeceğim dostlar gibi. Hani kırk yılın başı ararsın, ama yine aynı tadı alırsın o eski muhabbetlerden, sanki araya hiç zaman girmemiş gibi.
Nereye gidersem gideyim, bu eve döndüğümde, hiç gitmemişim gibi...
Ama şimdi, o 'herşey' duygusu, zaten benimle, gittiğim her yerde.
Ve o yüzden eskisi gibi kayıp hissetmiyorum kendimi bu duvarlardan uzaklaştığımda.
Ev ben nerdeysem orda sanki.
Tanıştığım insanlar, ettiğim sohbetler, söylenilen şarkılar; ev bunların içindeymiş gibi.
Ve ben hep evimdeymişim gibi.
Ve ben nerede olursam olayım, evde olacağımı bildiğim için, hep gitmek istiyorum, olabildiğince uzağa; daha çok görmek, daha çok konuşmak, daha çok tanışmak, daha çok şarkı söylemek için.
Nasıl olsa ben döndüğümde, bu ev burada olacak, ve hiç gitmemişim gibi olacağı için.
Nasıl olsa ben hep evimde olduğum için.
16.8.11
İlerde...
...nostalji ve
aslında kendisini arayan
bir gencin
şans eseri bulduğu
bir sahafta
tozlu bir ton paloroid, kartpostal, resmin arasından
-hepsine tek tek baktıktan sonra-
özenerek seçip
uzun uzun bakıp
bir şeyler anlamış
ya da bir şeylerin farkına varmış
ya da bir şeyleri hatırlamış gibi
kendi kendine
gülümsediği
ve bir iki bozukluk karşılığında alıp
en sevdiği kitabın
arasına koyduğu
o fotografta olmak isterdim...
Döndüğümde kim benimle Kadıköy'e geliyor?
aslında kendisini arayan
bir gencin
şans eseri bulduğu
bir sahafta
tozlu bir ton paloroid, kartpostal, resmin arasından
-hepsine tek tek baktıktan sonra-
özenerek seçip
uzun uzun bakıp
bir şeyler anlamış
ya da bir şeylerin farkına varmış
ya da bir şeyleri hatırlamış gibi
kendi kendine
gülümsediği
ve bir iki bozukluk karşılığında alıp
en sevdiği kitabın
arasına koyduğu
o fotografta olmak isterdim...
Döndüğümde kim benimle Kadıköy'e geliyor?
15.8.11
14.8.11
Elma-Armut
Elma da desem,
Armut da desem,
Lolipop desem çikolata desem mandalinayı özledim desem,
Ne desem de sen çıksan?
Artık nerdeysen hakkaten çıksan?
Öef.
Armut da desem,
Lolipop desem çikolata desem mandalinayı özledim desem,
Ne desem de sen çıksan?
Artık nerdeysen hakkaten çıksan?
Öef.
12.8.11
Shuffle #13
"Stars in the sky were dancing
One night perfect for romancing,
The night a sinner kissed an angel,
He wanted thrills, she wanted love,
Oh but his sighs were tender
As he begged her to surrender,
The night a sinner kissed an angel,
And she believed that it was love
How was she to know that every lovely vow
Was part of the game he was playing,
But to his surprise he realized
Somehow he meant every word he was saying.
Yes, miracles can happen,
I know 'cause I saw one happen
That night a sinner kissed an angel,*
That was the night I fell in love"
- Franks Sinatra
*Bir gün bu şarkıyı dinlerken 'ben de' dercesine gülümseyeceğimi hayal ediyorum, mucizelere inanmıyorum ama herkesin güzel tesadüflere ihtiyacı yok mu?
One night perfect for romancing,
The night a sinner kissed an angel,
He wanted thrills, she wanted love,
Oh but his sighs were tender
As he begged her to surrender,
The night a sinner kissed an angel,
And she believed that it was love
How was she to know that every lovely vow
Was part of the game he was playing,
But to his surprise he realized
Somehow he meant every word he was saying.
Yes, miracles can happen,
I know 'cause I saw one happen
That night a sinner kissed an angel,*
That was the night I fell in love"
- Franks Sinatra
*Bir gün bu şarkıyı dinlerken 'ben de' dercesine gülümseyeceğimi hayal ediyorum, mucizelere inanmıyorum ama herkesin güzel tesadüflere ihtiyacı yok mu?
11.8.11
"Why, oh, why can't I?"
Yalnızlığımın bir işkence değil de; bir tür hayat felsefesi olmasını isterdim.
10.8.11
Stranger Than Fiction (2006)
"As Harold took a bite of Bavarian sugar cookie, he finally felt as if everything was going to be ok. Sometimes, when we lose ourselves in fear and despair, in routine and constancy, in hopelessness and tragedy, we can thank God for Bavarian sugar cookies. And, fortunately, when there aren't any cookies, we can still find reassurance in a familiar hand on our skin, or a kind and loving gesture, or subtle encouragement, or a loving embrace, or an offer of comfort, not to mention hospital gurneys and nose plugs, an uneaten Danish, soft-spoken secrets, and Fender Stratocasters, and maybe the occasional piece of fiction. And we must remember that all these things, the nuances, the anomalies, the subtleties, which we assume only accessorize our days, are effective for a much larger and nobler cause. They are here to save our lives. I know the idea seems strange, but I also know that it just so happens to be true. And, so it was, a wristwatch saved Harold Crick."
Güzel filmlerden daha çok sevdiğim bir şey varsa, o da fikri güzel olan filmler.
9.8.11
8.8.11
Geri Döndüm
Görüp görebileceğiniz en mavi, serinliği en güzel denizin iki adım ötesinde, kumların üzerine kurulu küçük kiremit bir çardağın altında, saçma bir rüzgarın eşliğinde geçen tatilden
"sonunda döndüğüm için mutluyum" dediğimde, bana herkesin kızacağına çok eminim.
Neden böyleyim ben de bilmiyorum ama, geçtiğimiz haftayı ölüm ve yaşam arasında kalmış zavallı bir hayalet gibi; huzur ve huzursuzluk arasında geçirdim.
İnsanın kalabalığın ortasında kendi kendine kalması mümkün olmuyor anladığım kadarıyla.
Kendimi yarım yamalak soyutlayarak, ne içinde ne dışında olabildiğim bir gruba hem ayak uydurmaya hem de kendimle kalmaya çalışıyordum.
Nasıl bir manyaklık belli değil.
Bir türlü tamamen mutlu olamadım.
İki kitap bitirdim gerçi, ki benim için oldukça başarılı; ve sanırım en memnun olduğum dakikaları David Nicholls'un One Day'ini okuyarak geçirdim.
İnsanların değiştiğini gördüm, muhabbetlerin tavırların hiç değişmediğini gördüm.
Yenilikten etkilenip, alışılmışlıktan bıktım aynı anda.
Herşeyin ortasındaydım sanki, oysaki dışında kalmaktı en başından beri planım.
Sonuçta herkes gibi gülmediğim için yine ben garip ve huysuz oldum; bir de onun sessiz, mental fırçasını yedik.
Sonra hiç beklemediğim bir şekilde alakasız biri, herşeyin sonunda, belki de şu an burada olmaktan çok olmayı dileyebileceğim bir evde, bu arada kalmışlığımı fark edip, etrafımızdakileri sorguladı.
Hemen ardından konu değiştirildi, bana baktı, ben ona baktım, şaşırdı, hiç şaşırmadım, 'olsun' dedim, şaşkın şaşkın önüne döndü. Ne düşündü çok merak ettim.
Bu yazının bu kadar dramatik olmasını beklemiyordum yazarken ama ruh halim de aynen böyle sanırsam. Üzerime Kürşat Başar'ın uzun cümleleri de yapışmış olabilir.
Herneyse.
Odama, kitaplarıma, müziklerime, yatağıma, yeşil duvarlarıma, buluşmayı beklediğim dostlarıma ve kendi kendimle kalabileceğim günlere geri döndüm sonunda. Bir sonraki yolculuğa dek, beni sadece ben ilgilendireceğim.
"sonunda döndüğüm için mutluyum" dediğimde, bana herkesin kızacağına çok eminim.
Neden böyleyim ben de bilmiyorum ama, geçtiğimiz haftayı ölüm ve yaşam arasında kalmış zavallı bir hayalet gibi; huzur ve huzursuzluk arasında geçirdim.
İnsanın kalabalığın ortasında kendi kendine kalması mümkün olmuyor anladığım kadarıyla.
Kendimi yarım yamalak soyutlayarak, ne içinde ne dışında olabildiğim bir gruba hem ayak uydurmaya hem de kendimle kalmaya çalışıyordum.
Nasıl bir manyaklık belli değil.
Bir türlü tamamen mutlu olamadım.
İki kitap bitirdim gerçi, ki benim için oldukça başarılı; ve sanırım en memnun olduğum dakikaları David Nicholls'un One Day'ini okuyarak geçirdim.
İnsanların değiştiğini gördüm, muhabbetlerin tavırların hiç değişmediğini gördüm.
Yenilikten etkilenip, alışılmışlıktan bıktım aynı anda.
Herşeyin ortasındaydım sanki, oysaki dışında kalmaktı en başından beri planım.
Sonuçta herkes gibi gülmediğim için yine ben garip ve huysuz oldum; bir de onun sessiz, mental fırçasını yedik.
Sonra hiç beklemediğim bir şekilde alakasız biri, herşeyin sonunda, belki de şu an burada olmaktan çok olmayı dileyebileceğim bir evde, bu arada kalmışlığımı fark edip, etrafımızdakileri sorguladı.
Hemen ardından konu değiştirildi, bana baktı, ben ona baktım, şaşırdı, hiç şaşırmadım, 'olsun' dedim, şaşkın şaşkın önüne döndü. Ne düşündü çok merak ettim.
Bu yazının bu kadar dramatik olmasını beklemiyordum yazarken ama ruh halim de aynen böyle sanırsam. Üzerime Kürşat Başar'ın uzun cümleleri de yapışmış olabilir.
Herneyse.
Odama, kitaplarıma, müziklerime, yatağıma, yeşil duvarlarıma, buluşmayı beklediğim dostlarıma ve kendi kendimle kalabileceğim günlere geri döndüm sonunda. Bir sonraki yolculuğa dek, beni sadece ben ilgilendireceğim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)