Görüp görebileceğiniz en mavi, serinliği en güzel denizin iki adım ötesinde, kumların üzerine kurulu küçük kiremit bir çardağın altında, saçma bir rüzgarın eşliğinde geçen tatilden
"sonunda döndüğüm için mutluyum" dediğimde, bana herkesin kızacağına çok eminim.
Neden böyleyim ben de bilmiyorum ama, geçtiğimiz haftayı ölüm ve yaşam arasında kalmış zavallı bir hayalet gibi; huzur ve huzursuzluk arasında geçirdim.
İnsanın kalabalığın ortasında kendi kendine kalması mümkün olmuyor anladığım kadarıyla.
Kendimi yarım yamalak soyutlayarak, ne içinde ne dışında olabildiğim bir gruba hem ayak uydurmaya hem de kendimle kalmaya çalışıyordum.
Nasıl bir manyaklık belli değil.
Bir türlü tamamen mutlu olamadım.
İki kitap bitirdim gerçi, ki benim için oldukça başarılı; ve sanırım en memnun olduğum dakikaları David Nicholls'un One Day'ini okuyarak geçirdim.
İnsanların değiştiğini gördüm, muhabbetlerin tavırların hiç değişmediğini gördüm.
Yenilikten etkilenip, alışılmışlıktan bıktım aynı anda.
Herşeyin ortasındaydım sanki, oysaki dışında kalmaktı en başından beri planım.
Sonuçta herkes gibi gülmediğim için yine ben garip ve huysuz oldum; bir de onun sessiz, mental fırçasını yedik.
Sonra hiç beklemediğim bir şekilde alakasız biri, herşeyin sonunda, belki de şu an burada olmaktan çok olmayı dileyebileceğim bir evde, bu arada kalmışlığımı fark edip, etrafımızdakileri sorguladı.
Hemen ardından konu değiştirildi, bana baktı, ben ona baktım, şaşırdı, hiç şaşırmadım, 'olsun' dedim, şaşkın şaşkın önüne döndü. Ne düşündü çok merak ettim.
Bu yazının bu kadar dramatik olmasını beklemiyordum yazarken ama ruh halim de aynen böyle sanırsam. Üzerime Kürşat Başar'ın uzun cümleleri de yapışmış olabilir.
Herneyse.
Odama, kitaplarıma, müziklerime, yatağıma, yeşil duvarlarıma, buluşmayı beklediğim dostlarıma ve kendi kendimle kalabileceğim günlere geri döndüm sonunda. Bir sonraki yolculuğa dek, beni sadece ben ilgilendireceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder