Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
29.4.10
Yıllar önceydi..
Ve ben doğmuştum.
O sıralarda bir türlü çözemediğim konunun matematik quizi, lab reportun uçuk ötesi sonuçları, insan ilişkilerindeki karışıklık ve dengesizlikler, sosyal ortamların kurallarına ayak uydurmak (ya da uydurmamakta direnmek) gibi dertlerim olduğunu sanmıyorum.
O sıralarda kafamdaki en büyük soru muhtemelen şöyle bir şeydi:
"Ne zaman geri döneceğim?"
Çok geç olduğunu nerden bileyim tabii, o sıralarda ışık da gözümü alıyordu zaten...
Herneyse,
yıllar önce ben bugün doğmuşum işte.
Güzel bir nisan öğleden sonrasında...
***
"İyi ki doğdun"
dediler bugün bana.
Ve bunu içinden gelerek söyleyen tüm o güzel insanları, çok ama çok seviyorum.
"İyiki doğmuşum" dedirtiyorlar doğrusu... :)
27.4.10
Biletlerim geldi!
Şu an öyle mutluyum ki.
"Lyla!" diye bağıracağıma ve bu blog'un ruhunu yaratan şarkıyı canlı dinleyeceğime inanamıyorum...
İstesem olmazmış gibi geliyor...
Sırada U2 (ve Snow Patrol) bileti var, Haziran'da o da ellerimde olucak!
26.4.10
In a seperate sky
"We're just two little figures in a soup bowl"
Bu şarkıyı neden bu kadar çok sevdiğimi inanın bilmiyorum.
Belki bana Pink Floyd'un "Wish You Were Here"ini hatırlattığı içindir, belki de sadece sakin melodisine iliştirilmiş sözcüklerdendir.
İnsan bu şarkıyı kimseyle paylaşılmamalı sanki, sadece kendisiyle paylaşmalı. Söylerken birilerinden bahsetmeli elbet, ama onlar duymamalı. Kendi kendine, içinden mırıldandığı bir şarkı olmalı işte...
"I don't wanna die
On my own here tonight
But here i lie
On my own in a seperate sky"
- Coldplay
25.4.10
24.4.10
The List
DVD:
- Nick and Norah's Infinite Playlist
- 10 Things I Hate About You
- A Beautiful Mind
Book (poetry):
- Robert Frost
- Oscar Wilde
- William Blake
- Emily Dickenson
Music:
- The Cinematic Orchestra
- Ray LaMontagne
- Patrick Watson
- John Mayer
- Norah Jones
Miscellaneous:
- A good weather
- Easy fiction exam
- Smiling "happy birhdays"
- Couple of phone calls
- Additional intelligence
- Hope
- LOVE
Candles
Originally uploaded by Sean Shimmel... hungry for wonder
23.4.10
Yazmışım bir ara..
They can easily fall apart
And you can't piece them back together
'Cause each stone will turn into dust
22.4.10
16.30-19.30 arası bir yerler
Mmm.. Hava harika!
***
Bankamatiklerin yerini bilmediğinden telefon hakkını kullanır.
"Alo anne? Ben şimdi geldim ama param yok. Şimdi burdaki bankamatikler..."
***
Merdivenlerin altındaki küçük ayakkabı dükkanına gidilir ve rengarenk bağcıkların karşısına geçilir.
Hangisi? Hangisi? Hangisi?
Sonuç: 4 çift siyah, 1 çift beyaz bağcık.
***
Kendisinden geçmiş kulaklığın yenisini almak üzere Media Markt'ın yolu tutulur. Fakat onu "o" yapan yeşil kulaklıkları bulamayınca hüsrana uğrar.
Siyah, siyah, ucu mavi siyah, beyaz, siyah... Biraz daha idare ederim n'olucak!
***
Yine kendini yabancı albüm bölümünde bulur. Etiketlerin üzerindeki fiyatlara bakıp bakıp iç çeker. Bölümdeki albümlerin her birini bir kez eline alır, bırakır, bir kez daha alır, bir kez daha bırakır, bir kez daha alır, bir kez...
Alsam mı? Bi daha bulamam yani. Çok da param yok gerçi.. Şimdi konser bileti falan da iyice zarardayım hem... Bulur muyum ki? Almıyım ama ya... Ya da...
***
"2.99"luk albümlerin sepetini keşfeder.
Nee? Bunu da mı bırakmışlar? Oha Deep Purple! Oha oha Tori Amos!
***
Her Meydan gezisinin farzıdır: D&R'a girilir. İndirimdeki kitaplar, 4 liralık kitaplar, yeni çıkanlar, yabancı romanlar; bu sırayla tek tek incelenir. Sonunda bir ev dergisi, Penguen.. Uykusuz yoktur. Yine hüsran, yine hüsran...
"Uykusuz gelmedi mi?" Hof.
***
Küçük boy caramelatte alınır, dışarıdaki masalardan birine kurulunur, Penguen okunur.
Hihihihahahahhihih...
***
Tam evin yolu tutulmuştur ki...
Aman! Festival için bardak bakmayı unuttum!
Yeni istikamet: IKEA.
***
Yürüyen merdivenlerin başında bir teyze dönüp bir şeyler söyler. Kulaklıkları çıkarıp "Efendim?" der. Teyze "Beraber çıkabilir miyiz?" diyordur. Şaşkınlıkla kabul eder, teyze koluna girer. Meğerse teyze yürüyen merdivenlerden korkmaktadır. İnerken tekrar koluna girer, güvenli bir şekilde indiğindeyse çok teşekkür eder.
Heh!
***
Oturma odaları bölümünde koltuğun birine yayılmış başka bir teyze gözünün içine bakar ve kahkahalarla gülmeye başlar.
Nasıl yani?
***
Annelerinin azarladığı üç farklı yaşlarda erkek çocuğu üst üste konmuş halıların üzerinde oturmaktadır. Önlerinden havalı havalı geçer. Aradan kısa bir süre geçmiştirki yüzünü tam göremediği çocuk önünden geçer. Ağzı açık kalır. Üstüne üstlük...
Fransızca mı konuşuyor yoksa? Nasıl yani? Fransız mı şimdi bunlar?
Kuşburnu'nu heyecanla arar, fakat o açmamaktadır.
Hadi kuşburnu hadi, hadi...
***
Evin yolu tekrar tutulmadan orta boy taze mısır alır. Tuz, margarin, pul biber, kaşar.
Ham hum ham hum...
***
Ve tam evden içeri girmek üzeredir ki şu şarkı çalmaya başlar:
"You can hear her
Tic Tic Tic Tic
She’s a bomb and she’s gonna explode
She’s sky-rocket
She’s overload
No need to whisper cause
She already knows"
-Reamonn
19.4.10
Makarna
İyi pişmemiş, evde var olan her şeyin içine konulduğu, uzun uğraşların sonunda hazırlanmış sosun altında kaybolan makarna.
18.4.10
Oyun
17.4.10
Baloncu
Dün hayatıma yepyeni ve kolay kolay unutmayacağım bir deneyim daha ekledim:
Elimdeki on beş uçan balonla sokaklarda yürümek.
Kendi kendime hiç bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum.
Etrafımdaki insanların kimi hayranlıkla bakarken, kimisi de için için bana sinir oluyordu; çünkü balonlarım rüzgardan uçmak yerine etrafa savruluyordu ve bazıları şık giyimli iş adamlarının kafalarına kimileri de trafikte sıkışan arabaların camlarına çarpıyordu.
Beklentimin aksine kimse gelip bir tanesini satın almaya çalışmadı ama gördüğüm küçük çocukların yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla hepsi yerimde olmak istiyorlardı.
Ben bu sırada 15 balonun beni rüzgar kadar bile etkilememesine şaşmış, uçmak için kaç tanesine ihtiyacım olacağını düşünüyordum.
Hast Du etwas Zeit für mich
Dann singe ich ein Lied fur dich
Von 99 Luftballons
Auf ihrem Weg zum Horizont
Denkst du vielleicht grad' an mich
Dann singe ich ein Lied fur dich
Von 99 Luftballons
Und dass sowas von sowas kommt
-Nena
14.4.10
Shuffle #3
Bir süre daha etkisinde kalacağım sanırım...
Fox in the snow, where do you go
To find something you could eat?
Cause the word out on the street is you are starving
Don't let yourself grow hungry now
Don't let yourself grow cold
Fox in the snow
Girl in the snow, where do you go
To find someone who will do?
To tell someone all the truth before it kills you
They listen to your crazy laugh
Before you hang a right
And disappear from sight
What do they know anyway?
You'll read it in a book
What do they know anyway?
You'll read it in a book tonight..
Boy on the bike, what are you like
As you cycle round the town?
You're going up, you're going down
You're going nowhere
It's not as if they're paying you
It's not as if it's fun
At least not anymore
When your legs are black and blue
It's time to take a break
When your legs are black and blue
It's time to take a holiday
Kid in the snow, way to go
It only happens once a year
It only happens once a lifetime
Make the most of it
Second just to being born
Second to dying too
What else would you do?
Fox in the snow...
- Belle and Sebastian
12.4.10
THE Beatles
Oysaki en ön sırada olmak için bir gün öncesinden konser kapısında kamp yapar,
En önce geçtiğimde de bağıra çağıra şarkıların hepsini söylerdim...
8.4.10
Answering Machine #2
6.4.10
Çifte Kavrulmuş Eti Bisküvileri!
İngiltere'den aldığım The Beatles bardağımı,
bu bardaktan buharı tüte tüte içtiğim fındıklı kahvemi,
annemin hiç utanmadan elime tutuşturduğu tane bitter çikolataları,
flickr'da yeni kelimeler deneyerek resimler aramayı,
o küçük yeşil saatin tiklerini ve taklarını,
çoğunlukla o tikleri ve takları bastıran güzel müziklerimi,
sıkıldığımda kaçabildiğim bir blogum oluşunu
çok seviyorum.
Ben buradayken,
gözlerim ekrana hipnotize bir halde bakmakta ve ellerim klavyenin üzerinde hantal hantal gezmekteyen,
dünya gerçekten benim etrafımda dönüyor.
Hatta inanır mısınız?
Bazen dönmeyi bırakıyor bile...
4.4.10
Çuval
Jason: efendim?
p: kendimize birer çuval alsak ve onların içine girsek ve görünmez olsak?
J: ...
p: çünkü eğer çuval giyersek ben seni göremem, sen de beni göremezsin. görünmez oluruz...
J: haklısın aslında :)
3.4.10
Answering Machine #1
Çocuktuk
Hayat bizden oluşuyordu.
Küçük bir sınıftan.
Mahalledeki futbol takımından.
Evcilik oyunlarından, saklambaçtan...
Kimse hiç bir şeyi "ima" etmezdi. Kafamızda ne varsa söylerdik. Hiç, hiç çekinmezdik. Bir birimizi kırmaktan da pek korktuğumuz söylenemezdi. Çünkü özür dilerdik.
Küçücüktük; ve dünya kocamandı.
Ama bize aitti.
Her şey, bize ait.
El ele tutuşurduk, biz.
Herşeyden ve herkesten güçlüydük, biz.
Sadece bunu çok özledim.
Biz.
"Back in the kingdom, we were kings and queens and
Oh, so strong
That God himself could not contain us"
-Josiah Leming
1.4.10
Escaping on the Run
"Though you might hear laughin', spinnin' swingin' madly across the sun
It's not aimed at anyone, it's just escapin' on the run"
-Bob Dylan