"... when a person is lucky enough to live inside a story, to live inside an imaginary world, the pains of this world dissapear. For as long as the story goes on, reality no longer exists."
(Paul Auster, The Brooklyn Follies)
Sadece içimden geldiği için kendime çay koyup, kanepeye yayılıp ne zaman kitap okudum en son (bugünü saymazsak) hatırlamıyorum. İnsan özlüyor böyle şeyleri.
Biraz her şey, biraz hiç bir şey... Mutlaka bir yerlerde bir kahve kokusu, sakin bir melodinin tatlı duygusu...
31.5.11
30.5.11
25.5.11
Conversation with God
G: You didn't possibly think..you didn't..did you, really think that..I mean did you really think that it was going to last?
S: Well yes. No. I didn't think it would be like this. It seems soon. Too soon.
G: How long, would you rather have it?
S: I don't know, it didn't really have to be long. But I could use the spotlight for another couple of months.
G: No, no, no, Sally. You're not being logical. You were not made for the spotlight.
S: But I thought I was doing fine.
G: No, you see, I made you. You're an understudy.
S: But how is that fair? And I did all I can to be a good person.
G: That's the thing Sally, you are a good person. But that's not enough. It's never is.
S: What was I supposed to do then, not to be the understudy?
G: Nothing, Sally. You were made this way. I made you, this way. You're the second best friend, the sidekick.
S: But I can be more. I am more than this.
G: Sally, you can't. I know you can't.
S: Well, why? I believed in you, why won't you believe in me?
G: Because that's not how it works Sally.
S: How does it work then?
G: The way I want it to be.
S: Well yes. No. I didn't think it would be like this. It seems soon. Too soon.
G: How long, would you rather have it?
S: I don't know, it didn't really have to be long. But I could use the spotlight for another couple of months.
G: No, no, no, Sally. You're not being logical. You were not made for the spotlight.
S: But I thought I was doing fine.
G: No, you see, I made you. You're an understudy.
S: But how is that fair? And I did all I can to be a good person.
G: That's the thing Sally, you are a good person. But that's not enough. It's never is.
S: What was I supposed to do then, not to be the understudy?
G: Nothing, Sally. You were made this way. I made you, this way. You're the second best friend, the sidekick.
S: But I can be more. I am more than this.
G: Sally, you can't. I know you can't.
S: Well, why? I believed in you, why won't you believe in me?
G: Because that's not how it works Sally.
S: How does it work then?
G: The way I want it to be.
22.5.11
Mektup #7
"Görmek isteyeceğim onca insan varken;
Seni görmekten böylesine korkuyorken;
Bu şehir öylesine büyük, öylesine kalabalık olduğu halde;
Son 365 günde
Seni düşünmediğim toplam 20 dakikanın
21.sinde
Mutlu olmaya çabalarken
Seni gördüm ya karşımda;
Ve gülüp, dalga geçip, hiç bir şeyin değişmediğini
Hatırlattın ya bana.
Vay vay vay vay
Vay benim halime..."
Shuffle #12
"Oh I got a feeling
And it's burning in me bright
Burns me a hole straight through all of my heart"
- Patrick Watson
İşaret dilinde "Senin kaplumbağalarının güldüğünü duydum" diyebilirim.
And it's burning in me bright
Burns me a hole straight through all of my heart"
- Patrick Watson
İşaret dilinde "Senin kaplumbağalarının güldüğünü duydum" diyebilirim.
19.5.11
Kutular, Düşünceler, Vesaire
İçinde ısırılmış bir elmadan tutun da, ipek bir kaşkola kadar her türlü eşyanın olduğu bir kutu hayal edin.
Eski bir kutu değil bu, bir sandık da değil. Tahtadan, temiz, düz bir kutu.
Ağzına kadar dolu olduğunu, orasından burasından abuk subuk şeylerin taştığını hayal edin.
Son zamanlarda kafamın için bu kutudan ibaret işte.
Birbirinden bağımsız, farklı önem ve güzelliklerde, yüzlerce düşünce, binlerce kelime, çözülmesi gereken duygular ve hazmedilmesi gereken anılarla dolu.
Birçoğumuzun yaptığı -ve fark etmediği- gibi ben de tek bir saniye içinde birkaç farklı anı yaşıyorum.
Şu an, hem şu anı, hem geleceği, hem de geçmişi yaşıyorum.
Bir adım atarken; çoktan atmış olduğum adımları ve ileride atacağım adımları düşünüyorum. Hatta bu düşünmekten de öte bir şey. Hissetmek gibi. Yaşamak gibi işte.
Geçmişte yaptığım herşey bugünün bir parçası; ve bugün de gelecekte yapacağım şeylerin bir parçası gibi. Bu aslında tek bir eylem, tek bir hareket, tek bir adım; bir tane yaşam. Bir kere olup bitiyor gibi.
Bir kere olup bitiyor ya zaten.
Aslında düşündüğümüz kadar uzun değil.
Tek bir andan ibaret.
Şu andan,
ibaret.
16.5.11
The End
"This is a happy end
365.365 the end, originally uploaded by just.jessicarrr.
Cause you don't understand..."
365.365 the end, originally uploaded by just.jessicarrr.
"Everything you have done,
Why's everything so wrong?
This is a happy end,
Come and give me your hand
I'll take you far away..."
- Yael Naim
11.5.11
1.5.11
İki gün, 17 sene önce.
Hayali kahramanlarıyla oturup sohbet eden;
Cinderella'yı izledikten sonra iyi olmaya karar veren;
Başakalarıyla çikolata yerken, kendisininki en sona kalsın diye ufak ufak yiyen;
Kendi kendine "ileride bulup okurum ve gülerim" diye notlar yazan;
Arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde, bir birine benzeyen ama her seferinde yeniden yazdığı hikayeler anlatan;
Sadece elini yıkamak için bile gitse, tuvalete girdiği anda şarkı söylemeye başlayan;
Kulaklıkla müzik dinlediğinde, kendi sesini duyabilmek için bağıra çağıra şarkılara eşlik eden;
İnsanları sevmemek için düşünse bile sebep bulamayan;
Arkadaşlıkların sonsuz, sevginin asla tükenemeyecek olduğunu düşünen;
Mükemmelin olmadığına inanmayan kız çocuğu,
İki gün,
17 sene önce,
Seninle beraber doğduk.
Sen bu süre içerisinde, bir gün, bir yerlerde kayboldun.
Seni bir daha hiç görmedim.
Geriye, gördüğüm en güzel bir kaç gülümsemeyi bıraktın,
17'ye 13 çerçevelerin içinde.
Geriye, beni bıraktın,
seni kendime hatırlatmam için.
Her neredeysen, doğum günün kutlu olsun. Umarım bir yerlerde birileri sana güzel bir pasta hazırlamıştır, ve mumları üflemeden önce güzel bir dilek tutmuşsundur.
Cinderella'yı izledikten sonra iyi olmaya karar veren;
Başakalarıyla çikolata yerken, kendisininki en sona kalsın diye ufak ufak yiyen;
Kendi kendine "ileride bulup okurum ve gülerim" diye notlar yazan;
Arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde, bir birine benzeyen ama her seferinde yeniden yazdığı hikayeler anlatan;
Sadece elini yıkamak için bile gitse, tuvalete girdiği anda şarkı söylemeye başlayan;
Kulaklıkla müzik dinlediğinde, kendi sesini duyabilmek için bağıra çağıra şarkılara eşlik eden;
İnsanları sevmemek için düşünse bile sebep bulamayan;
Arkadaşlıkların sonsuz, sevginin asla tükenemeyecek olduğunu düşünen;
Mükemmelin olmadığına inanmayan kız çocuğu,
İki gün,
17 sene önce,
Seninle beraber doğduk.
Sen bu süre içerisinde, bir gün, bir yerlerde kayboldun.
Seni bir daha hiç görmedim.
Geriye, gördüğüm en güzel bir kaç gülümsemeyi bıraktın,
17'ye 13 çerçevelerin içinde.
Geriye, beni bıraktın,
seni kendime hatırlatmam için.
Her neredeysen, doğum günün kutlu olsun. Umarım bir yerlerde birileri sana güzel bir pasta hazırlamıştır, ve mumları üflemeden önce güzel bir dilek tutmuşsundur.
Herkes "Seni Seviyorum" Der
Bugün bir başka Woody Allen filmi izledim. Hatta film, doğru kelime değil. Doğru kelime "müzikal" olmalı...
"Everyone Says I Love You" 96 yapımı; isminden de anlaşıldığı gibi, herkesin nasıl da "seni seviyorum" diyebildiğini anlatan; farklı yaşlarda ve tarzlarda çiftlerin arasında dolaşan güzel bir müzikal.
Filmin farklı sahnelerinde, farklı karakterler, yukarıda Marilyn Monroe'nun (Some Like It Hot'ta söylediği) versiyonunu paylaştığım şarkıyı söylüyor.
Yani karakterlerin hepsi bir noktada aşktan nasıl vazgeçtiklerini ilan ediyorlar...
Ama eninde sonunda herkes yine "seni seviyorum" diyor.
Sevgi öyle tatlı bir şey ki bazen...
Senelerdir bu iki kelimeyi ne kadar yorduğumuzdan bahsediyoruz, anlamını yitirdiğinden, artık var olmadığından.
Halbuki gerçekten içten söylenen bir "seni seviyorum"dan daha anlamlı bir söz yok şu dünyada.
-I'm through with love.
-Yeah, right.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)