Elindeki
zarf evirilip çevrilmekten buruş buruş olmuştu. Nereye koymalıydı? İçeriye
gidip onu uyandırmak istemiyordu, bu yüzden ya salona ya da mutfağa
bırakmalıydı. Ahşap sehpanın üstüne bırakmak üzereydi ki; yine yapamadı.
Mutfağa geri girdi. Buzdolabının üzerindeki mıknatıslardan birini alıp
alışveriş listesinin yanına yerleştirdi. Tam yerini değiştirmek için elini
uzatmıştı ki içeriden bir homurtu geldi. Gitmeliydi.
Parmak
uçlarında dış kapıya çıktı ve yavaş hareketlerle kulpu döndürdü. Kapı klasik gıcırtısını
çıkarmasın diye daha da dikkatli davranıyordu. Sonunda evden çıkabildi ve
kapıyı aynı yavaş hareketlerle kapadı. Merdivenleri parmak ucunda indi ve iki
sokak ötedeki otobüs durağına varana dek nefes bile almadı. Çantasını hiç
durmadan kontrol ediyordu: Cüzdan, anahtar, bilet, pasaport… Cüzdan, anahtar,
bilet, pasaport… Bir şeyleri unuttuğuna öyle emindi ki. Bir süre sonra uykusu
endişesini bastırdı ve başını otobüsün camına yaslayıverdi. Soğuk cam, buhar
oldu ve göz kapakları düştü.
“Son
durak burası,” ufak tefek, göbekli bir adam yüzünde hüzünlü bir ifadeyle elini
omzuna koymuştu “Artık inmelisiniz”. Uyku sersemi bir gülümsemeye çalışsa da
başarılı olmadı. Apar topar otobüsten indi. Sabahın bu saatinde trafik yoktu bu
yüzden düşündüğünden çok daha erken gelmişti. Büyük bekleme salonundaki
koltuklardan birine oturdu. Ekrandaki uçak isimlerine baktı, sakin gözlerle
kendi uçağını aradı.
Etraftaki
telaşı izliyor, seferlerine yetişmeye çalışan insanları takip ediyordu.
Aralıkla yapılan anonsları dikkatlice dinliyordu. Karşısındaki koltuğa genç bir
adam oturmuş gazetesini okuyordu. Yanındaki sehpada, girişteki dükkândan aldığı
filtre kahvesinin buharı tütüyordu. Kokusunu oturduğu yerden duyabiliyordu. Genç
adam gazetesinin üzerinden ona baktı; ya da öyle sanmıştı. Gözleri bulandığı
için emin olamıyordu. Adam gazeteyi katlayıp, kahvesinin yanına bıraktı.
Yanındaki boş koltuğa oturdu. “Her şey yolunda mı?”
İşte
şimdi her şey tertemiz gözüküyordu. Ama yanağındaki çizgi halindeki ıslaklık
yeniydi. “Her şey yolunda mı?”
Yeni
bir anons New York seferi için son çağrıyı yapıyordu. “Üzgünüm bu benim uçağım;
ama iyi olacaksınız değil mi?” deyip karşı masada bıraktığı gazetesine yöneldi.
“Umarım yolculuk kendinizi biraz daha iyi hissetmenizi sağlar” dedi ve son kez
acı bir gülümsemeyle bakıp kapılardan birine doğru hızlı adımlarla yürümeye
başladı. İleride bir görevliye bir şeyler söyleyip onun oturduğu tarafı işaret
ettiğini fark etti. Görevli genç adamın gülümsemesinin aynısını yüzüne
yerleştirmiş bir şekilde yanına geldi. “Yardım edebileceğim bir şey var mı?”
dedi çekinerek. “İsterseniz biletinize bakayım, uçağınızı beraber bekleriz.”
Görevli elindeki bilete uzandı ve ellerinin arasından yumuşak bir hareketle çekti.
Kısa
bir sessizlikten sonra görevli bileti uzatarak “doğru bilet olduğuna emin
misiniz?” dedi. Gülümseme hala oradaydı ama ses tonuna ince bir alay
yerleşmişti sanki. “Evet” dedi çok derinden gelen bir sesle ve bileti
görevlinin elinden aldı. “Ama biletinizin tarihi--”
Yeni
bir anons yapılıyordu, bu sefer uçak Paris’e kalkıyordu. Yerinden kalktı ve
görevlinin sözlerini dinlemeden kapılardan bir tanesine yöneldi. Kalabalığa
karıştı ve kalabalığın sonundaki kuyruğa girdi. Bir şeyleri unuttuğuna emindi…
“Poğaça
almadın mı?”
“Efendim?”
“Poğaça.
Kağıda öyle yazmışsın, dolabın üzerinde duruyordu.”
“…
Fırın kapalıydı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder