Sayfalar

21.1.10

The wheels on the bus go round and round...

Sabah uyanıyorum, hazırlanıyorum, tam zamanında değil de birazcık erken çıkıyorum dışarı. Ne olur ne olmaz, otobüsü kaçırmak istemiyorum.
Dışarı çıkıyorum.
İki sene önce aynı hattı kullanırken sitenin biraz ilerisinde duruyordu kullandığım otobüs, ben de oraya yürüyorum. Durak yok ortada ama; biliyorum orada duruyor.
On dakika kadar bekledikten sonra uzakta büyük bir yeşil kare ve iki far parlıyor. Gözlerimi kısıp üzerindeki numarayı okuyorum... Evet benim otobüsüm!
Elimi o "Yıllardır aynı otobüsü kullanıyorum -N'aber kaptan?- artık beni görünce duruyorlar zaten.." tavrıyla kaldıran amcalar gibi kaldırıyorum.
Dünyadaki tek düzgün şoför beni buluyor sanki, durakta olmadığım için durmaya yeltenmiyor bile... Gözlerimin içine baka baka. Elimin sönüp cebime girdiğini hissediyorum. Hayıflana hayıflana evden biraz uzaktaki ana duraklardan birine yürümeye karar veriyorum. "Nasıl olsa bir 15 dk daha bekleyeceğim!"
Durağa gelene kadar bir 10 dk geçiyor zaten. "Eh birazdan da gelir otobüs" diyerek akbilimi hazırlıyorum.
5 dk.. 10 dk.. 15 dk.. 20 dk...
Yavaş yavaş otobüsün bu duraktan geçtiğine olan inancımı kaybediyorum.
Ve hafızam gerçekten kötü olduğu için yarım saat sonra ortada hala otobüs olmayınca yandaki teyzeye "13 burdan geçiyor değil mi?" diye soruveriyorum.
"Gelir birazdan!" diyor gülerek.
Aslında "Gelir birazdan, ilahi sen. Bu gençlerin de aklı beş karış havada yahu. Vallahi sabah sabah güldürdün beni hanım kızım. Ama tabii nerden bilsin, kaç kere otobüs kullanmışır ki. Varsa yoksa o metrobüsler!" demek istiyor.
Demiyor ama; sonradan anlıyorum ki o da benimle 13'ün gelmesini bekliyor.
Eninde sonunda biniyorum ve Ataşehir'e yol alıyorum.
Otobüsün beni istediğim yere götürmediğini fark edince telaşla "orta kapıyı açar mısınız?" diyorum. İniyorum ve gitmem gereken yere en has biçimde gidiyorum.
Yaya olarak...
Oradan çıktığımda tekrar duraktaki yerimi alıyorum. Şansıma hemen bir otobüs geliyor. Orta kapıyla burun buruna yol almaya tam alışmışken ilk durağa geliyoruz.
Ters yöndeki ilk durağa.
Yanımdaki teyzelerden birine "Kadıköy'e devam etmiyor mu?" diye soruyorum ve güzel teyzem "Hayır, öbür taraftan binmen gerekiyor," diyor.
Ruhen saçımı başımı yolarak teşekkür ediyorum ve telaşla iniyorum. Karşıya geçiyorum ve asıl bekleyiş başlıyor.
Her şey gözlerimin önünden bir yıldız gibi kayıp giden Ataşehir-Taksim otobüsünü görmekle başlıyor. Ama onu çoktan kaçırığım için listeye bakıyorum ve bir sonraki aracın 20 dk sonra geleceğini görüp rahatlıyorum.
Yarım saat kadar sonra hayattan bezmiş bir şekilde tekrar Kadıköy otobüslerini bekliyorum ve ilk gördüğüm otobüse atlıyorum. Artık öyle bir hal alıyor ki bindiğim her yere "şuraya mı devam ediyor" diye soruyorum.
Ama aldığım cevap en güzeli oluyor: "Ümraniye, Tepeüstü.. öööyle" (bunu elini garip garip sallayarak söylüyor şoför bey)
"Hıı" diyip açık kapıya dönüyorum.
"İnecek misin?" diyor; ama böyle bir acı, hüzünle..
"Evet"
"Pekala"
İndiğim gibi ellerimi hem soğuktan hem de dilek dilemek amaçlı kavuşturuyorum. Gördüğünüz her otobüsün Taksim'e gitmesini dilemek, diye bir kavram yaratıyorum.
Taksim otobüsü gelene kadar karşılaşmadığım gariplik kalmıyor.
Yanımda bir grup genç/çocuk bir şeyler yapıyor, yaramazlık yapar gibi bir halleri var. Dilsiz olduklarını anlamam biraz zaman alıyor.
Siz hiç el hareketleriyle tartışan, gülen, eğlenen insanlar gördünüz mü bilmiyorum.
Ama sizden, benden hiç bir farkları yok.
En tatlısı, karşı duraktaki kızla çocuğun otobüs durmayınca arkalarından el işaretleriyle şikayet edişleriydi. :)
Bunun dışında olduğu yerde fır dönen sapık simitçi mi dersiniz, Cennet Mahallesi'nden fırlamış şirin bir çift mi.. İşte hepsi oradaydı.
Sonunda otobüs geldiğinde ellerimin donduğunu fark etmiştim.

Anlayacağınız, bugün otobüslerden nefret ediyorum.
Upuzun bir entry yazacak kadar.

2 yorum:

  1. Yazık sana. Bizi kaçırdın o otobüsler yüzünden. :(

    YanıtlaSil
  2. Kim bilir neler kaçırdım o otobüsler yüzünden..

    YanıtlaSil