Sayfalar

1.9.10

Gezi Notları 1: Viyana: "Pembeler su."


Günün sabah 8'de başladığını ve benim var olan tüm enerjimle birlikte günün 00.30 sularında bittiğini düşündüğümüzde, 14 buçuk saattir, hiç durmadan yağmur yağıyor.

Daha duşumu bile almamış, bir yanımda not defterim, diğer yanımda M&M'lerimle Viyana'da geçirdiğim günü nasıl özetleyebilirim diye düşünüyordum ve yukardaki cümle ideal geldi.
14 buçuk saat boyunca yağmur yağıyordu; ve ben 14 buçuk saat boyunca o yağmurun altında ordan oraya koşuşturdum. Turun Viyana'ya ayrılmış tek günü bugün olduğundan, mümkün olduğu kadar yer gezmem gerekiyordu. Gezilmesi gereken yerlerin sadece turistik mekanlar olmadığını dile getirmek isterim, bahsettiğim bu yerler Viyana'lıların kendilerinin gidip oturduğu kafeleri ve tabii ki müzik marketleri de kapsıyordu.
Günün geneli başarılıydı, harika bir harita içgüdüsüne sahip olduğumu belirtmek isterim.
Normalde sağımı solumu bile bilmediğim gerçeğini göze aldığımda, elime bilgi donanmış bir turist haritası verildiğinde yapamayacağım şey olmadığını öğrendim.
Almak istediğim albümlerin bir kısmını alabildim, gitmek istediğim yerlerin bir çoğuna gidebildim.

Mozart'ın Evi'ne gidemedim; ve bunu her hatırladığımda içimde bir şeyler parçalanacak; çünkü çok istiyordum. Ama lanet olasıca giriş görevlisi müzenin kapanmasına yarım saat varken "Ben kasayı kapadım." dedi ve beni içeri almadı. Onu oracıkta boğabilirdim, boğmadım, bir koşu Haus der Musik'e gittim ve orada yaklaşık bir iki saat gezdim durdum. Müziği seven herkesin uğraması gereken bir yer!
Çok çok ıslandım ve kimi zamanlar kendimi bir müzede heykel inceleyerek kururken buldum; ama buna deydi.

Not defterime karaladığım saçma sapan notların bir kısmı da şöyle:
- Obuda, Buda, Peşte! (Budapeşte böyle 3'e ayrılıyormuş, yok artık)
- Herkes yaşlı?
- German, hurray!
- İğrenç İtalyan limonatası, nefis Margarita.
- Bisikletliler
- Muntazam yerleştirilmiş, eskimiş evler.

Günün "EN"ine gelirsek:
EN sevdiğim mekan: -- şimdi fark ediyorum ki ismini bilmiyorum. ne yazık ne yazık...
Herneyse en sevdiğim mekan müzik dükkanı bulmak adına girdiğim cadde (Mariahilferstrasse) üzerindeki o küçücük pizzacı oldu. Beraber tek bir orda bile yapmayan iki odacıktan oluşan bir pizzacıydı bu. Sahibi iki genç çocuktu; içlerinden birisi sürekli tanıdık bir müşterinin yanına oturup onunla sohbet ediyordu, diğeriyse tezgahın arkasında bir şeyler yapıyor ve bir yandan da radyoda çalan şarkılara ıslığıyla eşlik ediyordu.
Gelen her müşteriyi ya bağıra çağıra selamlıyor ya da hava hakkında bir espri yapıyorlardı ve giden müşterilere de yine aynı havayla Ciao! diye uğurluyorlardı.
Mekan ciddi ciddi küçüktü, oturduğumuz yerden elimizi uzatsak tezgaha hatta çocuklara bile ulaşırdık; ama çok keyifli olduğunu söylemek zorundayım. Ah tabii: pizzalar da nefisti.
Ama içtiğim en kötü limonatayı içtim. İtalyan limonatasına hayır.
Viyana - İstanbul karşılaştırması yapmayı düşünmüyordum ama burda özellikle fark ettiğim bir şey varsa o da etrafın yemyeşil olması her şeyi güzelleştiriyor.
Yani binalar eski ve isli ve lekeli; ama etrafta o kadar çok yeşil var ki, bütün bunlar inanılmaz doğal geliyor ve hepsi bir birine karışıp göze güzel geliyor..
Herneyse,
İşte böyle dolu dolu bir gündü bugün.
Bir posta ofisini bulamadığıma, bir de Mozart'ın Evi'ne gidemediğime üzüldüm; ama bu ikisi dışında her şey yolunda gidiyor.

Yarın 7'de de Prag yolundayım.

1 yorum: